Son dönemlerde yaşanan afetler nedeniyle psikolojik dayanıklılık çok konuşuluyor. İnsanların psikolojik dayanıklılığının artması için ne yapmak gerekiyor? Olumsuz duygu, düşünceler ve travmalarla baş etme yöntemleri nelerdir? En önemli şeyin bilgilenme, kendimizi ve çevremizi ne kadar iyi tanıma, tecrübe ve bilgilerimizi ne kadar çok paylaşma olduğunu belirten Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hakan Atalay, psikolojik dayanıklılığımızın artırılmasında bu noktaların çok önemli olduğunu söyledi. Doç. Dr. Atalay, yaşanan travmalar ve travmaların bireysel ve toplumsal psikolojiye etkisi gibi noktalara değinerek sorularımızı yanıtladı.
İster canlı olsun ister cansız, bütün sistemler bir denge üzerine kuruludur. En önemli denge unsuru ise bedenimizi hayatta tutan çeşitli parametrelerin sürdürülebilirliğidir. Vücudumuzdaki bu denge bozulmaya başladığında ise patolojik denilen olgular ortaya çıkar. Bu olgular bedensel de olabilir, psikolojik düzeyde de olabilir. Çünkü bedenimiz de, psikolojimizde bizi dengede tutmak üzerine gelişmiş yapılardır. İşte bu dengenin bozulacağı olayların yaşanması durumuna da travma ya da stres denilir.
Aslında tüm psikiyatrik ya da zihinsel problemlerin altında travma yatar. Hatırlamadığımız çocukluk dönemlerinde yaşanan bir çok olay, travma bugün bile bizim psikolojik yapımızı belirler. O yüzden çok büyük travmalardan söz etmesek bile travmalar hayatımızın bir parçasıdır. Çoğu zaman bunlara rağmen, normal hayatımızı sürdürebiliyoruz.
Psikiyatride her yaşantı veya olay travma olarak kabul edilmemektedir. Olayın travma olarak kabul edilebilmesi için gerçek bir ölüm, ölüm tehdidi, ciddi yaralanma ya da cinsel şiddet içeriyor olması gerekir. Bu travmatik olay doğrudan yaşanabileceği gibi bizzat tanıklık etme şeklinde de olabilir. Yakın bir aile bireyinin veya yakın bir arkadaşın başına geldiği öğrenildiğinde ya da kişi olayı tekrar tekrar aşırı düzeyde yaşadığında da travma olarak kabul edilebilir. Olay yerinden kanıt toplayan görevliler, çocuk istismarına maruz kalanlarla ilgilenen polis görevlileri gibi sürekli travma yaşayan kişiler bu duruma örnek gösterilebilir. Diğer taraftan bakıldığında da, elektronik medyadan, televizyondan, sinemadan ya da resimler yoluyla bu tür olaylara maruz kalmak ise travma sayılmamaktadır.
Eğer travmanın ya da stresin kaynağı diğer insanlarsa ve bilerek yapılmışsa travma o kadar ağır olur, o kadar şiddetli olur ve o kadar uzun sürer. Böyle bakıldığında tabii ki doğal afetler daha kabul edilebilir görünmektedir. Ne kadar zor olsa da insan eliyle yapılan travmalardan çok daha kolay baş edilebilir travmalar olarak kabul edilebilir.
Herkesin dengesi çeşitli şekillerde bozulabilir. Yaşanan travma ya da stres ile baş etmeye çalışırken zorlanır, olayla başa çıkmakta güçlük çeker, yeniden eski dengeye dönmek isteriz. Bunu yapamadığımızda birkaç bozukluk ortaya çıkar. Bunlardan biri “Travma Sonrası Stres Bozukluğu”, diğeri “Akut Stres Bozukluğu” ve “Uyum Bozukluğu” dur.
Yaşanan travma sonrası ortaya çıkan bir takım belirtilere travma sonrası stres bozukluğu denilir. Kişide işgalci belirtiler görülebilir. İşgalci belirtiler istese de istemese de akla gelir ve genellikle sıkıntı verici anılardan oluşur. Yaşanan travmatik olay rüyalarda, düşlerde kendini gösterebilir ya da uzaklaşıldığı, çözüldüğü sanılmasına rağmen flashbackler şeklinde hatırlanan zamanlar olabilir. Yani olay unutulmuş gibi görünse de tek bir uyaranla tekrar yaşanmaya başlar. Bütün bunlar travmatik olayı hatırlatabilir ve istemeden tekrar yaşanmasına yol açar. Bu yüzden kişiler kaçınma davranışları geliştirir. Yani bu yaşananı hatırlamaktan, anılarından, düşüncelerden ve hislerden kaçmaya çalışır. Olayı hatırlatan yerlerden, sohbetlerden, olayın anlatımından, nesnelerden hatta durumlardan kaçar. Duygu durumunda da bir takım değişiklikler olur. Donuklaşır, negatif inançlar geliştirir, kimseye güvenmez, olumsuz düşünceler geliştirebilir. Hatta olay hakkında çarpıtılmış düşüncelere kapılabilir, kendini suçlamaya kadar gider ve ağırlıklı olarak korku dehşet, öfke, suçluluk, utanç gibi negatif duygular yaşamaya başlar.
Böylelikle kişi eskiden yaptığı şeylere ilgi duymamaya, yaptığı faaliyetleri bırakmaya ve giderek insanlardan uzaklaşmaya başlar. Bu süreçte pozitif duygular yaşamakta istemez. Mutluluk hissi, sevme hissi giderek kişiden uzaklaşır. Daha kolay sinirlenen ve öfkelenen biri haline gelebilir, tahammülü düşebilir, pervasızca davranışlarda bulunabilir. Her zaman tetikte ve aşırı uyanık olabilir, ya da yoğunlaşma problemleri yaşayabilir. Kişi konsantre olmakta güçlük çeker, çalışmak ister, çalışamaz. Okumak ister, okuyamaz, bir şey izleyemez. Bu uyku düzensizlikleri doğurur. Gece uykuya dalamaz, dalsa bile sık sık uyanır. Bütün bu belirtiler en az bir ay veya bir aydan uzun sürmüşse ve önemli ölçüde sıkıntıya yol açıyorsa, insanın gündelik hayatını etkiliyorsa, başka bir etkene veya hastalığa bağlı değilse o zaman buna travma sonrası stres bozukluğu denilmektedir.
Travma sonrası stres bozukluğu her zaman olaydan hemen sonra, bir ay sonra, iki ay sonra ortaya çıkmak zorunda değildir. Altı ay sonra bile ortaya çıkabilir.
Akut stres bozukluğu aslında travma sonrası stres bozukluğunun belirtilerini içeren ilk dönemdir. Yani bir kişi eğer olaydan sonra ilk üç günden bir aya kadar travma belirtileri gösteriyorsa, o zaman akut stres bozukluğu tanısı konulabilir. Fakat belirti gösterilen süre uzarsa, bir ayı geçmeye başlarsa artık bu belirtiler travma sonrası stres bozukluğunu düşündürür.
Birinci risk etkeni daha önce yaşanan travmalardır. Bir travmaya maruz kalınca, sorunları dışsallaştırma, dışarıdan geliyormuş gibi görme eğilimi de riski arttıracaktır. Anksiyete ya da kaygı sorunları, panikler ve depresif bozukluklar, OKB (obsesif kompulsif bozukluklar) travma öncesi riskli etkenler arasında sayılabilir. Ayrıca düşük sosyoekonomik düzeyler, çocuklukta istenmeyen olaylar, ekonomik yoksunluklar, ailede işlev bozuklukları, ebeveynlerin ayrılığı, ölümü, kültürel özellikler, kendini suçlayıcı başa çıkma stratejileri, zeka düzeyi, ailede psikiyatrik öyküsü olma nitelikleri de riski artırabilir. Fakat olayla karşılaşmadan önce alınmış sosyal destek ne kadar yüksekse, o kadar koruyucu bir işlev görecektir. Risk faktörleri arasında kadın ve genç olmanın da etkisinin büyük olduğu unutulmamalıdır. Kadın ve gençlerde travma sonrası stres bozukluğu daha sık görülebilir. Bazı genetik yapılarda, genetikler de koruyucu işlev sağlayabilir. Travma sırasında risk etkenlerine bakıldığında en önemlisi tabii ki travmanın büyüklüğü ve ciddiyetidir. Çünkü travma ne kadar büyükse travma sonrası stres bozukluğu gelişme riski de o kadar artacaktır. Hayata yönelik tehdit dalgası ne kadar yüksekse hastalık riski o kadar artar.
Öncelikle bu son dönemde yaşananların hepsinin olağanüstü bir olaya olağan tepkiler olduğunu kabul etmek gerekir. İnsanların başa çıkma becerilerine zaman tanımakta önemlidir. Her şeyi bir hastalık olarak görmemek gerek. Fakat bu belirtiler uzun sürerse, işini, günlük hayatını, sağlığını etkilemeye başlarsa o zaman bir psikiyatrik destek, psikolojik destek gerekebilir. Burada iki seçenek bulunmaktadır. Bilindiği gibi psikoterapiler ya da ilaç tedavileri kullanılabilir. Genellikle farmakolojik müdahalelerden kaçınmak gerekir. Çünkü yaşanması gereken şeylerin belki uzun bir süre yaşanması, çözülmesi gerekebilir. Bu tür durumlarda kullanılan bazı insanın düşüncelerini ele alan, yanlış düşüncelerini, olayla ilgili yanlış kavrayışlarını ele alan, bunları düzeltmeye çalışan tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Bu terapiler bireysel ya da grup terapisi şeklinde olabilir. Çünkü grup psikoterapileri özellikle bir travmadan sonra bir ortak, paylaşım yaşantısı sağlayarak aslında iyileşmeyi kolaylaştırabilir. Eğer bütün bunlar çok yeterli göremiyorsa, yani bir kişi psikoterapiyle toparlanmayacak gibi görünüyorsa o zaman farmakolojik tedaviler de kullanılabilir.
Herkesin nasıl başa çıkabileceğini önceden bilmek çok zor. Dolayısıyla burada birazda insanların başa çıkma becerilerine çok güvenmek gerekiyor. Tabi ki herkes yasını yaşayacak, kaybını, acısını yaşayacak. Kimse kimseyi iyileşmeye zorlamayacak. Hiç birimiz doğru dürüst uyuyamıyoruz. Rahat etmiyoruz, tedirginiz, tetikte bekliyoruz. Acılıyız, dokunsan ağlayacak gibiyiz. Birçoğumuz böyle yaşıyoruz. Ama daha çok taze her şey. Biraz beklemek gerekiyor. Ama bir süre sonra zaten yavaşça iyileşeceğiz. Bu bizim zorlamamızla, yapmamız gereken bir şey ile olmayacak. Eğer destek ihtiyacı olanlar var ise de onlara hep beraber destek olmak.
Çok rastlanan bir olay değil bu. Kime sorsanız aynı durumda. Bütün bunlar olağan tepkiler aslında. Bizim insan olarak en önemli motivasyonumuz hayatta kalmaktır. Bunu sağlayan şey nedir? Yemek, içmek, güvenli bir yerde barınmak, insanlarla birlikte olmaktır. Bunlar çok temel ihtiyaçlar ve bütün bunların olmayabileceğini, bir gecede her şeyin değişebileceğini, evimizin, arkadaşlarımızın, hayatımızın, yakınlarımızın yok olabileceğini görmek bütün sistemi aksatır, çok normal. Bu tehlikenin bizim için de yakın olduğunu düşünmek herkes için travmatik bir durumdur. O yüzden uyku sorunları, yeme içme sorunları, suçluluk hissi yaşanması son derece normaldir. Hayatın böyle bir şey olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, bununla başa çıkmayı öğrenmek gerekiyor.
Burada daha çok bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Neler olabileceğini görmek ve bazı önlemleri almak. En önemlisi kendimize daha iyi bakmamız gerekiyor. Yani kendimizi bir takım şeylerden korumalıyız. Sıklıklar rutine dönelim mi diye sorulduğu bir dönemdeyiz. Tabii ki dönülmeli. Ne zaman normal hayata dönülürse iyileşme o kadar kolay olacaktır. Çok sevdiğimiz birini kaybettiğimizde ne yaptığımızı, o yas sürecini düşündüğümüzde, çok üzülüyoruz ama hayat durmuyor. Eğer hayat devam etmeseydi ne olurdu, tür olarak yok olurduk. Dolayısıyla tabii ki yas tutacak, acı çekecek, bunu anormalleştirmeden, normal olarak göreceğiz. Ve başa çıkmak için de kendimizi koruyacağız.
Mesela sürekli haber izler, sürekli travma ile karşılaşır, travmaya maruz kalınırsa iyileşme mümkün olmaz. Tabii ki takip edilip, haberdar olunmalı ama bu sürenin de sınırlandırılması gerekmektedir. Kişiler başka şeyler de yapmalı, günlük işleri aksatmamalı, mesleğini yapmalı, kendine zaman ayırmalı, destek olmalıdır. Diğer insanlara destek olmak için zaman ayırmalı, destek olmanın yardım etmenin de iyileştirici gücünü göz ardı etmemelidir. Hayatı bölmeli, tek bir şeye endekslenerek yaşamalıyız.
Alo Yeditepe