Beynimizin sadece yüzde 10’unu mu kullanıyoruz? Zeki insanların beyni daha mı farklı? Dünya Beyin Cerrahisi Federasyonu Onursal Başkanı ve Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Uğur Türe’nin laboratuvarında hem en gizemli organ beyne dair sorulara yanıt arandı hem de eski albümleri karıştırıldı…
Beynin ulaşması en zor bölgesi olan ‘talamus’ ameliyatı teknikleriyle tıp dünyasında adından söz ettiren Uğur Hoca, “Beyindeki olaylara tam hâkim değiliz. Ama son 20 yılda beynin ak maddesi, yani derin yapılarıyla ilgili çalışmalar çok ilerledi. Artık beynin içini daha iyi öğreniyoruz” diyor.
Önce bu alana uzak olanlar için bir giriş yapalım. Türkiye’de geniş kamuoyu onu 2017’de, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın rahatsızlığı sırasında şu haberle tanıdı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, tıkalı damarı nedeniyle beyninde pıhtı oluşan Baykal’ın tedavisi için dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Uğur Türe’nin Ankara’ya gelmesi için talimat verdi.” Yeditepe Üniversitesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nün hem kurucusu hem de başkanı, aynı zamanda Dünya Beyin Cerrahisi Federasyonu Onursal Başkanı Prof. Dr. Uğur Türe, yüzlerce bilim insanının yetişmesini sağlayan, dünyada modern beyin ve sinir cerrahisinin kurucusu, efsane isim Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in de 33 yıldır yanından ayırmadığı öğrencisi. Hocası gibi o da söyleşilerden imtina ettiğinden, laboratuvarına sızmayı bugünlerde İstanbul’da ev sahipliği yapacağı ‘Mikro Cerrahi Kongresi’ vesilesiyle başardık.
Prof. Dr. Uğur Türe’nin hikâyesi 1963 senesinde Ordu’nun Fatsa ilçesinde başlıyor. Türe, kendini de okutan ilkokul öğretmeni bir baba ile ev hanımı bir annenin dört çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geliyor. Çalışkan ve çok yönlü bir çocuk; resim yapmayı, keman çalmayı seviyor. Bu dönemde tıbba olan ilgisi hem yakın hem mesafeli! Hoca’dan dinleyelim: “Evimiz Fatsa Devlet Hastanesi’nin hemen yanındaydı. Fatsa’da o zamanlar her gece ya bir trafik kazası olurdu ya da biri vurulurdu! Mahallenin bütün çocukları, korna çala çala araba gelince kime ne olmuş diye bakmaya hastane önüne üşüşürdü. Hastanenin tek genel cerrahı Osman (Memecan) Amca da her akşam bir acil ameliyatı yapardı. Ben hastanelerden çok korkardım; doktor olmak aklımın ucundan geçmezdi ama Osman Amca’ya hepimiz hayrandık. Onun bende çok etkisi oldu.”
İlkokul ve ortaokulu Fatsa’da bitirdikten sonra eğitimine Ankara Deneme Lisesi’nde devam ediyor. Sonra dönemin en yüksek puanlı okulu Hacettepe Tıp Fakültesi’ne kaydoluyor. Ancak gönlünde yatan başka bir sevda var; keman… Türe anlatıyor: “Kemanı Fatsa’da kendi imkânlarımla öğrenmiştim. Ankara’da, 1979’da, Gürer Aykal’ın yönettiği bir Suna Kan konserine gittim ve hayatım değişti. İlk defa burada dinlediğim Klasik Batı müziğine vuruldum. Üniversiteyi kazandığım gün keman dersine başladım. İlk iki sene okuldan çok keman çalıştım. Tıbbı bırakıp tamamen müzikle ilgilenmeye karar verecekken babam beni vazgeçirdi. TRT 2’de Suna Kan konseri izlerken bana ‘İleride Suna Kan gibi çalabilir misin?’ diye sordu. Ben de ‘Onun gibi nasıl çalayım! O beş yaşında başlamış, Paris Konservatuvarı’nı bitirmiş. İleride de çalamam’ diye yanıtlayınca ‘O zaman tıp fakültesini neden bırakıyorsun?’ diye sordu. Bunun üzerine tıbba devam ettim.”
Alan olarak nörolojik bilimlere yöneldi. Sebebini, “Beyin gizemlerle dolu kutsal bir organ. Anatomisi şaşırtıcı, nasıl çalıştığı hâlâ tam olarak bilinmiyor” diye anlatıyor. Uzmanlık için ilk tercihi psikiyatrinin sınavını kazanamayınca tesadüf eseri Şişli Etfal’deki beyin cerrahisi bölümüne girdi. Hayatının bundan sonraki kısmındaysa nasipler değil net kararlar etkili olmuş: “Madem beyin cerrahı olacağım bir usta lazımdı. En büyük usta; Yaşargil... O bir efsaneydi. Gören yoktu, varsa duyanlardan dinliyorduk. 1990 yılında Zürih’teki laboratuvarına kabul oldum. Hem ameliyatlar izliyor hem temel mikro cerrahi eğitimi alıyorduk. Benim Yaşargil Hoca’nın dikkatini çekmem laboratuvarın şefi Rosmarie Frick’in sayesindedir; yoksa yanına gelmiş üç bin öğrenciden biri olacaktım. Anatomi çalışmak isteyince kaderim değişti. Altı aylığına gitmiştim. Sonra başka projeler çıktı. Ben uğraştıkça, Yaşargil Hoca da bana kapı açtı. 33 yıldır beraberiz. Bugün beyin cerrahisinde bir şey yapıyorsam tamamen onun sayesindedir.”
Mesleki olarak kendini tıbba adarken bir hocası da ‘keman’ olmuş: “Kemandaki düzen ve disiplin de bana hoca oldu. Müzisyenlerin kurduğu eğitim sistemi tıpta yok. O yüzden müzikte virtüöz çıkıyor ama cerrahlardan virtüöz çıkmıyor. İlk problem; çok geç başlıyoruz. Kemancılar da 25-26 yaşında başlasa oradan da virtüöz çıkmaz. Keman disiplininin, beyin cerrahisinde bir yere gelmemde çok katkısı oldu. İkincisi, kemancılar egzersiz yapmadan konsere çıkamaz. Biz ameliyata giriyoruz! O yüzden laboratuvarda çalışmak çok önemlidir.” Türe, Zürih’ten sonra iki sene ABD’de çalıştı. 1997’de Türkiye’ye döndü. 2005’te Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Bölümü’nü kurdu. Bugüne kadar yedi binden fazla beyin ameliyatı yaptı. 2021’de geliştirdiği beynin ulaşması en zor bölgesi olan ‘talamus’ ameliyatı yöntemleriyle prestijli beyin cerrahisi dergisi Journal of Neurosurgery’ye kapak oldu.
Prof. Uğur Türe, 2014 yılından beri hocası Prof. Gazi Yaşargil ile aynı çatı altında çalışmalarını sürdürüyor. Tıp dünyasının bir idolüyle çalışmak nasıldır? Uğur Hoca, “Ben Yaşargil medresesinden yetiştim” diye cevaplıyor: “Bir gün hocama, yıllar evvel babamla aramızda geçen sohbeti anlattım; Suna Kan’ı dinledikten sonra ileride onun gibi çalamayacağımı anlayınca tıbba niyet ettiğimi söyledim. Gözünü açtı, ‘Yani siz beni ilk kez izleyince bunu ileride yapabileceğinizi mi düşündünüz?’ dedi. Hocadan bir şey kaçmaz (gülüyor). En azından ümidim vardı diye toparladım. Hocamla en son 10 saatten fazla süren dünyanın en zor ameliyatlarından birine girdik. Yaşı 80’in üstündeydi. O yaşta biri 10 saat ayakta duramaz, can dayanmaz… Yaşargil işte bu; azim, emek, mesleğine saygı.”
Beyinle çalışmanın en zor yanı nedir? Yanıtı: “Size karşı nasıl davranacağını yüzde yüz kestiremiyorsunuz, oyunlar oynuyor. Beyindeki olaylara henüz tam hâkim değiliz.” Gelişmelerse şöyle: “Beynin ak maddesi yani derin yapılarıyla ilgili çalışmalar son 20 yılda ilerledi. Bizim 1997’de başladığımız yayınlar bu konuda öncü oldu. MR teknolojisinin gelişmesiyle beynin içini çok daha iyi öğreniyoruz. Tanısal düzeyde nöro bilimler çok ilerliyor.”
“1994’te son konserden sonra kemanımın kutusunu kapattım. Ona duyduğum saygıdan yıllardır dokunmuyorum ama iyi bir müzik dinleyicisiyim. Konserlere gidiyorum, arabada dinliyorum. Sadece ameliyathanede dinlemiyorum çünkü biri ameliyat yaparken müzik dinliyorsa ya müziği dinlemiyordur ya ameliyat yapmıyordur.”
Uğur Hoca, bugünlerde dünyanın dört bir yanından gelecek meslektaşlarını ‘Mikro Cerrahi ve Anatomi Kongresi’nde ağırlamaya hazırlanıyor. Bu buluşmayı Kadıköy’de yapmasının bir nedeni var: “Anatominin kurucusu olan adam Kadıköylü. Adı Kalkedonlu (Kadıköylü) Herofilus. Milattan önce 335-280 yılları arasında yaşamış. Kadıköy’den önce Atina’ya, oradan Kos’a, oradan da bilim ve sanatın merkezi İskenderiye’ye gidiyor. Tarihte ilk kez insan anatomisi çalışma izni alıyor. Bizim atamız aslında Hipokrat değil, cerrahların atası Herofilus. 30 yıl anatomi çalışıyor. Ondan sonra ta Rönesans’a kadar kimse insana dokunamamış. Milattan sonraki bilim insanları yazdıklarında ona referans vermiş. Anatomiyi kuran Kadıköylü Herofilus’in anısına, onun yaşadığı dönemden 2400 yıl sonra kongreyi burada yapıyoruz.”
“Türk hekimleri tıp alanında en üst düzeyde, bunu iddia ediyorum. Her alanda çok iyi meslektaşlar ve çok iyi imkanlara sahip hastaneler var. Şimdiki Tıp Fakültesi öğrencileri bizden de iyiler. Çünkü bizim zamanımızda kitap yoktu, internet yoktu, derste hocanın ağzından çıkanı anladıysan anladın. Şimdi çocuk soru soruyor, konuya hâkim. Hal böyleyken doktorların bu kadar ayakların altına alınmasını kınıyorum. Buna karşı önlem alınmazsa bize bakacak doktor bulamayacağız.”
“En büyük hayalim 24 saat açık bir anatomi laboratuvarı kurmaktı; çok şükür bu gerçek oldu. Buradaki en büyük zorluk kadavra beyin bulmak. Türkiye’den ve dünyadan 100’ün üzerinde meslektaşımız burada çalışma imkânı buldu.”
Öyle saçma şey olur mu? (gülüyor) Onun yüzdesini biliyorsanız zaten beyni biliyorsunuzdur! Beyin irtibatlı, her yer aynı anda çalışıyor. Eskiden hafıza merkezleri var zannediliyordu; öyle bir tek merkez de yok. Beynin tamamı birlikte çalışıyor. Zekâ da insan ruhu da her şey burada...
Bu konuya geçen yüzyılda çok kafa yoruldu. Zavallı Einstein’ın bile beynini merak etmişler; kesip biçmişler, kıvrımlara bakmaya çalışmışlar. Şimdi açmaya gerek yok, MR’dan görüyoruz; şekille pek alakası yok. Sinirlerin aralarındaki bağlantılar çok önemli. Olay kimyasal ama ‘müzisyenin beynindeki bağlantı şu kadar, ressamınki bu kadar, sayısalcı ile sözelci farkı’ diyebilecek, ayrım yapabilecek düzeyde değiliz. O kadar basit değil.
Bir ilacı yok; nasibiniz olacak. Genetik olarak aileden şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol dert. Her organ gibi beyni de bozuyor. Genetik yatkınlığı yok edemezsiniz ama ona göre yiyip içeceksiniz. Dikkat edeceksiniz.
Tabii ki! Aynı adele gibi çalıştıracaksınız; okuyacaksınız. Ben çok zekiyim diye bir şey yok; ortalama zekâ yeter. Ondan sonrası çalışmaktır. Mesleğinize göre çalışacaksınız, araştıracaksınız. Her şeyi sizin bilmenize imkân yok, başkasından öğrenmeye açık olacaksınız. İletişim kuracaksınız. Başka şeylerle de ilgileneceksiniz; resim, tarih, sanat...
Basın Yansımaları: hurriyet