Akne vulgaris pilosebase üniteyi etkileyen multifak töriyel ve inflamatuar bir deri hastalığıdır. Tipik tutulum yerleri yüz, göğüs bölgesi ve sırtın üst kısmıdır. Karakteristik lezyonları komedon, papül, püstül, nodül, kist ve skardır. Tüm yaş gruplarını etkilemesine rağmen, akne primer olarak adölesan döneminin hastalığı olarak kabul edilmektedir. Ancak son 10 yıl içinde 25 yaş üzeri erişkin bireylerde de görülme sıklığının giderek arttığı gözlenmektedir. Kadın ve erkekte eşit sıklıkta görülmesine rağmen, erkeklerde daha ağır seyretmektedir.
Aknenin ortaya çıkmasında pilosebase üniteyi etkileyen internal ve eksternal birçok faktör rol oynamaktadır. Akne vulgarisin ortaya çıkmasında suçlanan faktörler; anormal foliküler farklılaşma ve artmış duktal kornifikasyon, anormal sebase bez aktivitesi, pilosebase ünitenin propionibacterium acnes gibi mikroorganizmalarla kolonizasyonu, inflamasyon, hormonlar, nöropeptidler, sitokinler, antimikrobiyal peptidler, toll benzeri reseptörler, diyet ve stres olarak sıralanabilir.
Diyet ve akne arasındaki ilişki tarih boyunca tartışmalı olmuştur. 1930’lardan 1960’lara kadar diyetin akne oluşumunu tetiklediği ve oluşumunda büyük rol oynadığı düşünülerek hastalar diyet alışkanlıkları ile ilgili olarak devamlı bilgilendirilmişlerdir. Diyet ve akne gelişimi arasındaki en önemli yayın 2007 yılında yapılmış ve özellikle rafine karbonhidratlar ve yağsız süt gibi ürünlerin akne ile ilişkisi gösterilmiştir.
Sebase bez üretiminin diyet ile ilişkili olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur. Diyette yağ ve karbonhidrat alımının sebase bez üretiminde artışa yol açtığı gösterilmiştir. Karbonhidratların çeşitliliği sebum içeriğini de değiştirebilmektedir. Kalori alımında kısıtlama yapılması sebum üretim hızında anlamlı düşmeye yol açmaktadır. Diyet serum lipidlerine substrat sağlayıcı olduğundan diyet alışkanlıklarının sebum üretim mekanizmasının bir parçası olduğu varsayılabilir.
İnsulin benzeri büyüme faktörü-1(IGF-1) düzeyleri ve beden kitle indeksi (BKİ) ve akne vulgaris şiddetinin karşılaştırıldığı bir çalışmada normal deri akne vulgaris lezyonları olan deri ile karşılaştırıldığında, lezyonlu deride epidermis ve pilosebase ünitenin her ikisinde de IGF-1 düzeyleri artmış olarak bulunmuştur. Yüksek IGF-1 yoğunluğu, BKİ yüksekliği ve ciddi akne vulgaris lezyonları ile ilişkili bulunmuştur.
Akne lezyonları ve akne lezyonlarının alevlenmesi durumları ile günlük süt ürünü alımı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. IGF-1’in keratinosit proliferasyonu, yağ lipogenezi ve androjen sentezi rolü ile akne vulgaris patogenezinde bir rolü olduğu düşünülmektedir. Güçlü IGF-1, yüksek BKİ ve şiddetli akne arasında anlamlı bir ilişki akne vulgaris yönetiminde diyetin değerini vurgulamaktadır.
Özellikle insülin / IGF sinyal yolağını arttırarak çekirdekteki FoxO1 seviyesini azaltan fakat mTORC1 seviyesini artıran gıdalar akneden en çok sorumlu tutulan yiyeceklerdir. Yapılan çalışmalarda akne en çok aşağıda belirtilen 3 başlıkla ilişkili bulunmuştur:
Papua Yeni Gine’nin Kitavan Adası yerlileri ve Paraguay’ın ache avcı-toplayıcı halkının beslenme alışkanlığı az miktarda işlenmiş bitki ve hayvan etinden oluşmaktadır. Ayrıca batı tipi karbonhidratlardan yoksundur. Düşük glisemik indeksle beslenen bu toplumlarda akne lezyonu bulunmamaktadır. Yüksek miktarda ve rafine edilmiş karbonhidrat tüketiminin akne patogenezinde anahtar rol oynadığı kanısı yaygındır. Yüksek glisemik yüklü diyetlerin akne alevlenmesi üzerine etkisi birkaç plasebo ve vaka-kontrollü çalışma ile teyit edilmiştir.
Glisemik indeks (Gİ) karbonhidrat alımıyla tetiklenen kan glukozu yüksekliğini ölçen numerik bir sistemdir. Glisemik yük (GY) ise karbonhidrat içeriğine glisemik indekse ve porsiyon büyüklüğüne bağlıdır. Kısaca yüksek Gİ/GY diyet, insülini ve IGF-1 aktivitesini artırır. Sinyal kaskadını başlatan hiperinsülinemiye ve IGFBP-3 aktivitesinde azalmaya neden olur. Azalan IGFBP- 3, IGF-1 biyoyararlanımının artmasına neden olur.
IGF-1 sebosit üretimi, lipogenez ve keratinosit üretimi gibi akne patogenezinde anahtar rol oynayan faktörlerin yapımını uyarır. İnsülin ve IGF-1 ikisi beraber gonadal ve adrenal androjenlerin sentezini artırır; seks hormonu bağlayan globulin hepatik sentezini azaltır, androjen reseptörlerinin işlevini engeller. Androjenlerin aktivitelerinin artmasına ve böylece biyoyararlanımında yükselişine neden olur. Androjenlerde sebum üretimini artırarak akne patogenezine katkıda bulunur. Resveratrol kırmızı üzüm ve şarapta bulunan bir flavonoiddir ve propionibacterium acnes’in biyofilm tabakasını inhibe ederek büyümesini engeller.
Bazı çalışmalar süt tüketiminin akne lezyonlarının bir nedeni olabileceğini düşündürmektedir. Süt düşük Gİ’i olmasına rağmen, IGF-1 düzeylerini artırarak akneyi kötüleştirebilir. Bu etki özellikle yağsız süt ile görülmüştür. Çünkü yağsız sütte yer alan IGF (yağlı süt kısmında yer almamaktadır) keratinosit proliferasyonuna ve apoptozise neden olmaktadır. Süt aynı zamanda östrojen, progesteron, androjen öncüleri ve 5α-redüktaz gibi komedojenik hormonlar içermektedir. Akne ve IGF arasındaki ilişkiyi gösteren bir başka klinik durum da laron sendromudur. Laron sendromu konjenital IGF-1 eksikliği ile karakterizedir. IGF-1 eksikliğinde sivilce oluşumu gözlenmemiştir. Tüm bu sonuçlar akne oluşumu için IGF-1 ve androjenlerin varlığının anahtar rolü olduğunu göstermektedir.
Sigara ile akne arasındaki ilişki tartışmalı olmakla beraber Schäfer ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada sigara kullananlarda akne sıklığının arttığı ve içilen miktar ile şiddet arasında pozitif bir ilişki saptandığı bildirilmiştir.
Sigara ve akne ilişkisi özellikle ergenlik sonrası dönemde görülen akne kliniği olan ergenlik sonrası aknede belirgindir. Capitanio ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada postadölesan akne tanısı alan hastaların yüzde 73’ünün sigara içtiği saptanmıştır. Bu sonuçlar da sigara ile özellikle postadölesan akne arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir.
Yüksek miktarda ve rafine edilmiş karbonhidrat,yağsız süt gibi ürünlerin tüketiminin akne ile ilişkisi gösterilmiştir.
”
Alo Yeditepe