Günümüzde bilgi karmaşası içinde kaybolan annelerin 'başarılı' olma çabası anne-çocuk ilişkisini zor duruma sokabiliyor. Doğru rol modeli üstlenmek isteyen anneler çocuklarını doğru yetiştirebilme korkusuyla çocuğuyla arasındaki bağın sıcaklığını yok edebiliyor. Peki buna neden olmamak için ne yapmak gerekiyor? İşte doğru anne-çocuk ilişkisi için yapılması gerekenler...
Annelik duygusu yaşamın belki de en doyum verici duygularından. Aslında annelik rolü de “insan yavrusuna bakmak, beslemek, sevmek, sıcak tutmak, korumak” gibi dürtülerden oluşuyor. Ancak pratik uygulamada bu kadar basit kalamıyor ve annenin bütün varlığını ve düşüncesini kaplıyor. Ve öğrendiği bilgiler arttıkça da “en doğru anneliği” nasıl yapacağına ilişkin sorular meşgul etmeye başlıyor. Günümüzde annelik rolünün bu nedenle giderek karmaşıklaştığını söyleyen Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Oğuzhan Zahmacıoğlu, günümüzde annelerin “başarılı olma çabası içinde anne-çocuk ilişkisinin sıcaklığını yaşayamadığını belirtiyor.
Annelik rolü kültürden kültüre farklılıklar gösteren bir roldür. Genellikle bu rolün nasıl oynanacağı annenin kendi annesiyle ilişkisi ve içinde yaşadığı toplumun annelere nasıl bir rol verdiği gibi etkenlerle şekillenir. Ama hiçbir toplumda değişmeyen bir şey vardır ki o da anne ve bebek arasında kurulan özel bağdır. Bebeğin doğduğu günden itibaren anne ile arasında kurulan ilişki, özel bir ilişkidir. Bebekler, dünyaya, sanki kendilerine bakan anneyi büyüleyecek bir donanımla gelirler. Bu öyle bir büyüdür ki; anne, bebeği her ağladığında, onun gereksinimlerini gidermek için kendini zorunlu hissedecektir. İşte insan yavrusunun bu özel yeteneği sayesinde anne ve bebek arasında gelişen bağlanma ilişkisi; bebeğin korunmasını, bakılmasını, gereksinimlerinin giderilmesini ve hayatta kalmasını sağlar.
Annenin bebeğin gereksinimlerine duyarlılığı, kısmen doğum sonu annede oluşan hormonal değişiklikler sayesinde olur ama kısmen de bebeğin bu özel yeteneği ile yaratılır. Günümüzde anneler eskiye göre daha plan, program ve proje dahilinde çocuk yetiştiriyor.
Günümüzde anneler yoğun bir bilimsel bombardıman altındalar. “Çocuğun neyle beslendiği ya da beslenmediği onun ilerde kalp hastası ya da şeker hastası olmasına neden olabilir; hangi ek besinleri aldığı ileride obez olup olmamasını belirler; belli vitaminleri almazsa boyu yeterince uzamayacaktır” vs. gibi, bazıları çok da doğru olmayan ham bilimsel veriler annelere çeşitli kaynaklardan ulaşıyor. Beslenme konusunda uzayıp giden bu listeye giderek zekasının nasıl daha iyi gelişeceği listesi de eklendi. Anneler çocuklarının zekası gelişsin diye hamileliklerinden itibaren belli müzikleri çocuklarına dinletmeye; oturabildiğinden itibaren çocuklarını zeka geliştirdiği iddia edilen TV programlarının karşısına koymaya; mutlaka belli oyuncaklarla oynamasını sağlamaya uğraşıyor. Annelik üzerinde tüketim toplumunun baskısı giderek artıyor.
Annelere birbiriyle çelişen birçok mesaj bir anda veriliyor. Bu bombardıman altında bazı anneler, çocukları iyi yabancı dil öğrensin diye, daha kendi dilini konuşmadan yabancı dil öğretme çabası içine giriyor, tuvalet eğitiminden önce müzik eğitimine başlayabiliyor. Annenin eğitim düzeyi yükseldikçe çocuğun geleceği için yapılması gereken şeyler listesi giderek kabarıyor. Bütün bu uyarılar sonucunda, bazı anneler, “Çocuklarının ilerde ne olup ne olmayacağının yalnızca kendi kontrollerinde” olduğu zannına kapıldılar ve bir gün bir şeyleri eksik ya da yanlış yapmış olmaktan dolayı çocukları tarafından suçlanmaktan da fena halde korkuyorlar.
Bütün bu baskıların sonucunda, daha çok da şehirde yaşayan anneler sanki çocuklarıyla ilişkilerindeki her anı puanlayan bir dış sistem varmış gibi hissetmeye başladılar. Çalışan anneler, çocuğuna yeterince zaman ayırmadığının suçluluğuyla; çocuğa ayırdığı zamanları, “çocuk zeka gelişimi için oynaması gerekli olan bütün oyunları oynadı mı oynamadı mı?” diye hesaplayarak geçirir hale geldiler. “Doğru çocuk yetiştirme denetim sistemi” sanki onların ne kadar iyi anne oldukları ve çocuklarının gelecekte ne kadar başarılı, güvenli, sağlıklı olacağına dair her an onları denetlemekte ve puan vermekte gibi hissediyorlar. Bu derece çocuğun geleceğine odaklanmış bir bakış açısı ise şimdiki zamanın kaçmasına; anne çocuk ilişkisinin çok önemli bir boyutu olan duygusal ilişki boyutunun unutulmasına neden olabiliyor. Anne çocuk ilişkisinin kendiliğindenliği ve doğallığını bozabiliyor. Anneler hata yapma ya da eksik yapma kaygısından çocuklarıyla ilişkilerinin keyfini çıkaramıyor.
Anne çocuk ilişkisinin en önemli yönü ilişkideki güven hissi, şefkat, paylaşım, birlikte olmaktan mutlu olma ve her şeye karşın karşılıklı kabullenilme duygusudur. Anneler gergin olup, çocuklar da annelerinin beklentilerine yanıt verememe kaygısı yaşamaya başladıklarında bu duygu kaybolur. Annelik duygusu yaşamın belki de en doyum verici duygularından birisidir ve “başarılı anne” olma çabasıyla bu duygu bozduğunda hem annelerin hem çocuklarının kaybedeceğini unutmamak gerekir. Dolayısıyla mümkün olduğunca çocuklarıyla zaman geçirmek ve duygularını paylaşarak sevgileri her fırsatta göstermeye çalışmaları önem taşıyor.
”
Alo Yeditepe