Akran zorbalığı BM'nin dünya çapında alarm verdiği bir sorun. Mağdur çocuklar psikiyatrlarının kapısını aşındırıyor. Ama ya zorbalar! Kimse oralı olmuyor. Aileler, okullar ne yapmalı? Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Oğuzhan Zahmacıoğlu' na göre asıl psikiyatrik inceleme konusu zorbalar. İşte zorbalık hakkında her şey.
Akran zorbalığı kasıtlı ve sistematik şekilde uygulanan bir şiddet biçimi. Şiddet her zaman fiziksel olmak zorunda değil. Tehdit etmek, sataşmak, alay etmek, aşağılamak, söylenti yaymak, dışlamak, oyunlara katmamak, arkadaş çevresinde yok saymak, haraca bağlamak… Bunların tamamı akran zorbalığı tanımı içinde. Bazen tek kişi bazen de grup halinde uygulanıyor. Genellikle daha savunmasız, küçük, fiziksel olarak görünümleri farklı çocuk ya da gençler zorbalık mağduru oluyor.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından 2018 yılında paylaşılan rapora göre, tüm dünyada 13-15 yaş arasındaki öğrencilerin yarısı akran şiddetine maruz kalıyor. 122 ülkeden elde edilen verilere dayanarak hazırlanan rapor, kızlar ve erkeklerin eşit derecede zorbalık riski taşıdığını vurguluyor. Bununla birlikte, kız çocuklarının söylenti çıkarmak, dışlanmak gibi zorbalığın psikolojik ve sosyal biçimlerine maruz kalma riski daha yüksek. Erkekler ise daha fazla fiziksel şiddet ve tehdit riski altında.
Türkiye'nin akran zorbalığı karnesine baktığımızda da tablo pek parlak değil. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) 2017 yılı 'Okullarda Zorbalık' raporuna göre, Türkiye'de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19'u ayda en az birkaç kez akranları tarafından fiziksel ya da sözel şiddete maruz kalıyor.
Peki akran zorbalığı neden bu kadar yaygın? Zorbalık psikiyatrik bir bozukluk mu? Zorbalığa maruz kalan çocukları ne tür tehlikeler bekliyor? Mücadele için ailelere, okullara ve topluma düşen görevler neler? Yeditepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı, Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Oğuzhan Zahmacıoğlu ile akran zorbalığı meselesini etraflıca konuştuk.
'Zorbalık mı değil mi?' sorusunun yanıtı için temel kaidemiz dünyada kabul görmüş insan hakları. Eğer cinsel, duygusal, fiziksel, dinsel yönden hak ihlali varsa durumu akran zorbalığı olarak adlandırıyoruz. Burada tabii zorbalığa maruz kalanın günlük hayatının ne denli etkilendiği de çok önemli. Mesela okula eli titreyerek, korkuya Akran Zorbalığı Nedir?kapılarak mı gidiyor yoksa kaygı duymadan gidebiliyor mu? Birinci senaryoda durumun ciddi olma ihtimali çok yüksek.
Fiziksel görünümü farklı olan, örneğin akranlarından kısa, gözlük kullanan, kilolu, kepçe kulak sorunu ya da bir engeli olan çocuklar daha fazla zorbalığa uğrayabiliyor. Yine kekemelik, etnik köken, özel eğitim gereksinimi gibi durumlar da çocukların daha fazla zorbalık yaşamasına neden olabiliyor.
Kaygı, depresyon gibi psikiyatrik sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. Mağdur çocuğun kendisi de bir zorbaya dönüşebilir daha sonraki dönemde.
Ne yazık ki bazen yaşananlar çok açık edilmiyor, çocuk ailesine gidip "Ben okulda böyle şeyler yaşıyorum" diyemiyor. Çünkü ailesinden "Zayıf karaktersin, sen de ona aynı şeyi yapsaydın" gibi bir eleştiri gelmesinden korkuyor. Hele ki bir cinsel bir istismar durumu varsa "Okulda adım çıkar, kimse benimle arkadaşlık etmez. Annem-babam beni suçlar" diye durumu hasır altı edilebiliyor.
Ben 23 yıldır bu işi yapıyorum, şöyle bir zihnimi taradığımda zorbalardan çok zorbalık mağdurlarıyla çalıştığımı görüyorum. Bu biraz can sıkıcı ama zorbalar pek kliniklere gönderilmiyor. Bu da hepimiz adına toplumsal bir ayıp çünkü onlara bir şekilde ulaşılamıyor, ailelerine bir şey söylemeye çekiniliyor.
Genelde psikiyatrik bir bozukluk olduğunu düşünmeye meyilliyiz. Ama böyle bir genelleme yapamayız. Klinisyenlerin ya da bu yazıyı okuyacak genç arkadaşların şunu bilmesi iyi olur: Biz zorbalığı aceleci bir şekilde psikiyatrik bozukluktan sayarsak hem zorba hem de mağdur açısından negatif bir çukur oluşur. Çünkü psikiyatrik tanı, zorba açısından bir rütbe aslında. 'Benim psikiyatrik bir hastalığım var, yaptığım kötü davranışı sürdürme ehliyetine sahibim' diyebilir zorba. Mağdur da yaşananları, "Ben akıllıca düşünemeyen birinin kötü bir davranışına maruz kaldım ama o aslında yardıma muhtaç biri" diye yorumlayabilir. Yani zorbalık psikiyatrik tanıyla bir şekilde legalize edilir.
Hepimizin içinde bir zorbalık çekirdeği muhtemelen var. Bu benim keşfettiğim bir şey değil, kültürel antropologların altını çizdiği bir konu. Medeniyet öncesinde, vahşi doğada çok da ılımlı bir canlı değildik, zaten bu yüzden hayatta kalabildik. Hepimizde, en masum görülenimizde bile vahşi doğada, çetin şartlarda yaşamanın kodlamaları hâlâ duruyor. İnsanlık tarihine baktığımızda çok da uzun zaman geçmedi aslında, 5 bin yıl öncesinden bahsediyoruz. Yani 5 bin yıl öncesinde gayet atik bir şekilde hatta şu anda dehşet diyebileceğimiz davranışlar sergileyen atalarımız vardı. Vahşi hayvanlar arasındaydık, besin bulmalıydık. Şimdi geldiğimiz 2023 dünyasında artık bu davranışları sergilememiz gerekmiyor. Fakat içimizdeki sönmüş olduğunu varsaydığımız o çekirdek, öz orada duruyor hâlâ. Dolayısıyla tehdit altında olduğunu düşündüğümüz herhangi bir zamanda bir zorbaya dönüşebiliriz. O yüzden günümüzde temel insani görevimiz içimizdeki zorbayı susturmak. Makbul ve medeni olan, onu frenleyebilmek, dışarıya çıkmasını engelleyebilmek.
Sınıfa girdiğinde bütün bakışları üzerinde görüyorsa, kimse onunla oynamıyorsa, kendini kıymetli, değerli hissetmiyorsa zorbaya dönüşebilir. Söylemek istediğim şeylerden biri de şu: Zorbalık sergilemeyen insanlara ne yazık ki 'ezik' muamelesi yapılıyor, başkasının hakkını ihlal etmeyenlere, 'Sanırım o güçsüz bir insan' deniyor. Bakın, alfa erkek, beta erkek gibi tanımlamaları çok duyuyor, 'güçlü' diye bu insanların yüceltildiğini görüyoruz. Oysa bu kişiler kendini her şeyi yapmaya muktedir gören ihlalci insanlar. Bu çok zararlı bir hikâye çünkü çocuk diyecek ki 'Ben de alfa erkek olmak istiyorum, bunun yolu da kızlara kötü davranmak.' Dolayısıyla zorbalığı yücelten bir toplum, çocuğun çevresi, duydukları, gördükleri, rol model aldığı kişiler de içindeki zorbanın uyanmasına neden olabilir.
Peki zorbaların ya da mağdurların ortak özellikleri var mı? Örneğin sözel veya fiziksel şiddet içeren bir evde büyüyen çocukların zorba olma potansiyelinin daha yüksek olduğu konusunda bir görüş var. Literatüre baktığınızda bu tür risk faktörleri saptanmış mı?
Bunlar literatürde çok incelenmiş konular. Zorba dediğimiz insanlarda ailesel yapılar taranmış, sosyokültürel, sosyoekonomik koşullarına bakılmış ama hiçbir ortak yan bulunamamış. Genellikle zorbaların eğitimsiz olduğunu, iyi bir evde büyümediğini, sağlıksız beslendiğini düşünüyoruz. Fakat gayet düzgün bir evde büyümüş, anası-babası gayet eğitimli insanların çocukları da pekâlâ dört başı mamur bir zorba olabiliyor. Tıpkı dışarıdan baktığınızda nazik, eğitimli, aklı başında, parası pulu olan bir adamın karısına, sevgilisine şiddet uygulaması gibi. Dolayısıyla bu tür sosyal okumaları, yorumları itinayla yapmalıyız. Komşumuzun, yanı başımızdaki dostumuzun hatta kendimizin bile bir zorbaya dönüşme potansiyeli taşıdığımızı göz ardı etmemeliyiz. Ben öğrencilerime derslerde hep şu örneği veriyorum: "Ben zorba olduğumu, kimseye eziyet ettiğimi düşünmüyorum. Fakat hayati bir tehlike altında olsam neler yapabileceğimi bilmiyorum. Bununla hiç sınanmadım." O yüzden aslında zorbalık biraz karanlık bir mesele. 'Aslında biz potansiyel bir zorba mıyız?' sorusuna kadar gider bu iş. Buna ilişkin kanıtlar da var. Mesela iç savaşlarda hüzünlü ve dehşet verici hikayeler yaşandı. Barış zamanında birbirlerine husumet beslemeyen, beraber yemek yiyip şarkılar söyleyen, düğünler yapan insanlar iç savaşta bir caniye dönüşebildi. Üniversite okumuş, çift master yapmış adamlar ellerine silah alıp komşusunu vurmaya gidebildi. Hepsinin de kendince haklı sebepleri vardı.
Zorba çocuğa bir spot ışığı yansıtsak ve ona 'Sen niye böyle bir şey yapıyorsun?' diye sorsak o da size bir hikaye anlatacak muhtemelen. 'Bana şunu yaptılar, ben böyle mağdur edildim' diyecek. Psikopat dediğimiz insanların hikayesine baktığımızda, ki psikopatlar bildiğimiz zorbadır, hepsi size bir hikâye, gerekçe anlatacaktır, doğru ya da yanlış… 'Ben onu çok sevmiştim, o bana karşılık vermedi ama ben onu hak etmiştim' diye bir hikaye anlatabilir size. Eğer soğukkanlı bakmayı bilmeyen, duygusal biriyseniz ona hak bile verebilirsiniz. İşte bu bir yandan çok tehlikeli çünkü zorbalığı normalize etmeye hizmet edersiniz. Günümüzde bunun çokça yapıldığını düşünüyorum. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde zorbalık sergileyen bir sürü insana bakıyorsunuz gayet popülerler, sükseliler, itibarlarından bir şey kaybetmiyorlar. Hatta ve hatta ünlerine ün katıyorlar. Bu da aslında psikolojik ya da psikiyatrik bir meseleden çok sosyolojik bir hikâye. Zorbalık eğer yaşanan coğrafyada prim sağlıyorsa, alkışlanıyorsa bunu gören bir çocuk da diyebilir ki 'Bu adam çok popüler. Sevilmenin, onaylanmanın, alkışlanmanın yolu bu olsa gerek. Ben neden aynısı yapmayayım.' Dolayısıyla meseleye yalnızca psikiyatrik çerçeveden bakarsanız 'O zaman bunları tedavi edin, ıslah evine gönderin, hapishanede tutun' gibi dar bir alana hapsedersiniz zorbalığı. Elbette zorbalığın bir bedeli olmalı, bunun yolu yordamı tartışılır, 7 yaşındaki çocukla 15 yaşındaki çocuğu aynı muameleye tabi tutamazsınız ama zorbalığın mutlaka cezası olmalı. Aksi takdirde zorbalar patır patır çoğalacaktır.
Diyelim ki böyle bir vaka geldi bana, zorba olduğunu düşünüyorum. Bir çocuk ve ergen psikiyatristi olarak yapabileceğim şey, zorbalık sergileyen çocuğa güvenilir bir ortamda bir görüşme imkânı sağlamaktır. Çünkü belki güvenilir bir ortamı yoktur, o da belki zorbalık mağdurudur. Benim bir terapist olarak 'Burası senin için güvenli bir yer. Burada yargılanmayacaksın çünkü ben bir hekimim. Seni olabildiğince tanımak istiyorum. Seni dinlemeye hazırım' mesajı vermem lazım öncelikle. Ki bir sorgu odasında olduğunu veya burada derdest edileceğini, bir yere tıkılacağını düşünmesin. Polis ya da hukukçu olsam belki başka şeyler söyleyecektim ama benim cephemde işin böyle cereyan etmesi makbul. Aksi takdirde yargılayıcı gözlerle kaşımı çatarak dinlersem defansa geçecek ve kesinlikle bana bir şey anlatmayacaktır. O yüzden hekimin tatlı sert bir otorite uygulaması şart. Hatta bunu öğretmenlere de salık veriyorum. Eğer zorbalık sergileyen çocuğa karşı şefkatli davranırsak, 'Bu çocuk zamanında yeterince sevilmemiş. Onu sarıp sarmayalım, belki içindeki iyi kalpli niyeti besleriz ve onu topluma kazandırırız' gibi bir yaklaşım ne yazık ki işlemiyor. İbreyi çok şefkatli bir tutuma doğru döndürürsek bu kez de suiistimal edilmeye başlıyorsunuz. Popüler tabirle sizi 'ezik' biri olarak görüp üstünlükçü tavrını sergilemekten çekinmiyor. Diyelim ki ibreyi tersine döndürdük, bu kez de 'Bu çocuk yeterince disipline edilmemiş, ona ağzının payını vereyim, gözünü korkutayım' dedik. Bu da işe yaramıyor. Çünkü o zaman da seninle savaşmaya kalkıyor, zaten savaş konusunda hiç de antrenmansız değil. Dolayısıyla makbul gördüğüm dar bant, tatlı sert otorite uygulamak. Ne çok gevşek ve şefkatli suratımızı ne de güçlü ve ezici tavrımızı göstermek çözüm oluyor. Köşeleri düzgün tutmak ve kuralları belirlemek gerekiyor. Hayatında olmadığını varsaydığımız düzenin, kuralların en azından terapi odasında olduğunu ona göstermemiz lazım.
Pratik davranış modelleri, ödül-ceza uygulaması, davranışçı modeller kullanabiliyoruz. Daha küçük çocuklarda resim çizmek, onunla oynamak, sevdiği masalları anlattırmak gibi bazı yöntemlere başvurabiliyoruz. Hem çocukların hem ergenlerin izledikleri diziler, filmler, dinledikleri müzikler, oynadıkları bilgisayar oyunları hakkında bilgi almak, hangi karakterle özdeşim yaptıkları bizim için önemli. Bunlar çocuğun iç dünyası hakkında bize fikir veriyor. Terapistin fazla gevezelik etmeden onu dinlemesi gerekiyor. Yine geçmişte bir mağduriyet hikayesi varsa belki geçmişe dönmemiz zorunlu olabiliyor.
Benim temennim eğer başarabilirsem çocuğun ya da gencin içindeki agresyonu transfer etmek oluyor. Burada da akla ilk gelen, bence en olası yol, sanatla ya da sporla uğraşmasını sağlamak. Enstrüman tıklatmak, resim çizmek ya da Uzak Doğu sporuna gitmek gibi aktiviteler içimizde saklı canavarı bir şekilde frenleyebilir. Sevdiğimiz bütün yazarlar, yönetmenler, müzisyenler, ressamların da çok da ılımlı olmadıklarını biyografilerden biliyoruz. Hayatlarına baktığımızda çoğu zaman sorunlu insanlar görüyoruz. Neyi başarmış oluyorlar peki? Aslında belki bir şekilde suç işleyip hapishaneye düşecekti ama oturup kitap yazmış. Biz de onun muazzam eserini okuyoruz şu an. Dolayısıyla kastım şu: Karşıma gelen çocuk ister mağdur ister zorba olsun, ona agresyon transferini sağlayacak bir mecra bulmalıyız. Ailelere de imkanları ölçüsünde bu yönde tavsiyede bulunuyorum. İlle de profesyonel sanatçı ya da sporcu olması gerekmiyor. Ama bir şeylerle uğraşsın ki kendisini kıymetli hissetsin. Aslında bu çocuklar kendilerini değerli hissederse, öz değerleri bir şekilde yükselirse, kendilerinin işe yaradığını bir şekilde anlayabilirlerse zorbalığı yüzde 99 bırakacaktır.
Herkese olmasa da zorbalığa maruz kalan, bu nedenle kaygı, depresyon gibi sorunlar başlayan çocuklarda ilaç kullanabiliyoruz. Zorba açısından da şiddete eğilimliyse, dürtüsel sorunları varsa bunları engelleyecek ilaçlara başvurabiliyoruz. Aslında tedavi entegre bir şekilde yürütülüyor, yalnızca terapi ya da ilaç olmuyor, ihtiyaç halinde bunlar beraber kullanılıyor. Tedavi modellerini her vakaya özel biçimde sunmak gerekiyor.
Dijital dünya, zorbalık krizinde yeni bir saha açtı. Yeni bir saha olsa da zorbalığın niteliği burada da değişmiyor, dijital zorbalık ruh sağlığını aynı şekilde tehdit ediyor. Ama internette zorbalığın niceliği artıyor, bir de kontrolü daha zor. Her evde neredeyse bir tablet, akıllı telefon var artık. Elbette internette zorbayı tespit etmenin de daha güç olduğunu söylemeliyiz. Okulda ya da sokakta yaşanan zorbalığın görülme ihtimali var, sosyal medyada bu gözden kaçabiliyor, bu açıdan biraz daha gizli bir tehlikeden söz edebiliriz.
Sanal zorbalığa karşı neler önerebilirsiniz, örneğin kullanım süresini kısıtlamak çözüm mü sizce?
Bana aileler bu soruyu çok sık soruyor ama düzgün bir yanıt veremiyorum. Sosyal medyayı, interneti ne denli kontrol altına alabileceğimiz konusunda emin değiliz. 'Çocuğun elinden interneti alınmalı mı?', 'Bir saat mi verilmeli?', 'Hangi uygulamalara girebilir?' gibi soruların net bir cevabı ya da bir rehber henüz oluşmadı. Hiçbir psikiyatrist de bunu bilmiyor. Çünkü dijital dünya çok hızlı büyüdü. Tabii olayı psikiyatrik bir meseleye de sıkıştırmamak lazım. Çocukların çevrimiçi güvenliği için belki de bir çalıştay yapılmalı. Psikiyatristler, psikologlar, eğitmenler, siyasiler, sosyal medya ünlüleri bir araya gelip 'Başımızda böyle bir bela var. Bu konuda bir önlem alalım' demeli. İki milyon takipçisi olan ama tipik zorbalık sergileyen birini sosyal medya izleyen 15-16 yaşında bir genci düşünelim. Kendisine idol arayan bu genç onu izleyerek zorbaya dönüşebilir. Çalıştay konusu merhem olur mu bu da bilmiyorum ama en azından bir çıkış yolu bulunabilir belki.
'Hak ihlali nedir, çocukların hakları nelerdir?' konusunda çocukları bilinçlendirmek önemli. Örneğin 'Biri sana vurursa, seninle sürekli alay ederse bir büyüğüne, güvenlik görevlilerine, anne-babana bunu anlat' demekte fayda var. Bence en somut yapabileceğimiz şey bu. Yine çocuklara nezaketi öğretmek, 'Vurmak, alay etmek hiç de yakışık bir davranış değil' diyebilmek, birine kötü bir söz söylemenin, onu ezmenin havalı bir şey olmadığını hatırlatmak çok önemli.
'Benim çocuğum ne kadar seviliyor, sağlıklı bir ilişki sürdürebiliyor mu, akranları tarafından kabul görüyor mu?' gibi sorulara yanıt bulmaya çalışmak önemli mi?
Önemli elbette ama ailelerin aslında çok daha temel yapması gereken bir şey var: Maddi imkanlarınız çok olmasa da çocuğunuza güvenli bir ortam sağlayın. Dışarısı zaten zor ama çocuk en azından 'Benim bir yuvam, sıcak bir yatağım, bana kol kanat geren bir annem-babam var' diye eve gelsin. Bunlar çok paha biçilmez şeyler. En azından evi ona sığınak olsun, eğer ev de sığınak değilse, çocuk eve geldiğinde ona hep sorgular tarzda bakışlar atarsanız, başarısızlıklarını veya yetersizliklerini sürekli fazlaca konu ederseniz çocuk, 'Dışarıda zaten beni seven insan yok, herkes üstüme geliyor, evdekiler de pek farklı değil' der. İşte esas çıkmaz tam da bu noktada gerçekleşir. Çocuğunu kursa gönderemeyen, tatile götüremeyen, bu nedenle çok hayıflanan aileler var. Tabii ki bunlar üzücü, keşke olanakları olsa ama aslında anne baba şöyle içini ferah tutabilir: 'Ben çocuğuma güvenli bir ortam sunabiliyorum.' Bakın, güvenli bir aile ortamı parayla pulla olmuyor. Şefkatli, tatlı sert otoritenin dahil olduğu bir ilişki kurmuşsanız en iyi anne-baba sizsiniz. Bir başka önemli konu çocuğu dinleyebilmek. Çocuğa veya gence hemen nasihat etmeden biraz soluklanarak dinleyebilen çok az insan var. Biz yetişkinler çok konuşuyor, lafı çocuğun ağzına tıkıyoruz. Belki de anlatacağı şeyler var, onlardan mahrum kalıyoruz. Çocuk da 'Hep kendisi konuşuyor, beni dinlemiyor' deyip odasına çekiliyor o zaman.
Öncelikle rehberlik servisleri, psikiyatriste asıl zorbayı göndermeli. Tamam mağdurları göndersinler ama zorbayı unutmasınlar. İtirazım biraz da buna. Zorbalar genelde psikiyatriste gönderilmeyerek kadraj dışı bırakılıyorlar. Mağdur çocuk için 'Aslında çocuk fazla alınganlık etmiş, çok hassas olduğu için şakayı yanlış anlamış' deniyor. Aslında alakası yok, şaka falan değil. Mağdura böyle yaklaşırsanız ona cehennem azabı çektirir, 'Beni kimse anlamıyor, öğretmenim de…' demesine yol açarsınız. Bu durumda da o çocuğa bir darbe de siz vurmuş, onun kendisini yapayalnız hissetmesine neden olmuş olursunuz.
Bazen olabilir, vaka bazında baktığım zaman 'O çocuğu oradan alın' dediğim durumlar oldu. Çocuk öylesine bir çıkmaza girer ki ortalığı öyle bir ateş sarar ki okul değişikliği kaçınılmaz hale gelebilir.
Zorba ve mağdur dışında bazen zorbalığın üçüncü tarafı yani seyircileri, hatta kamerayla çekim yapan seyircileri var…
Zorbanın popülaritesinden nemalanmak isteyenler, zorbanın yancıları diyebiliriz onlar için. Sosyal medyada görüyoruz, bazen o videoyu çeken, kıkırdayan birileri oluyor gerçekten. Kıkırdamalar zorbaya şu mesajı veriyor aslında, 'Ben seviliyorum, tribünlerde beni alkışlayanlar var. Vitesi daha da yükseltmeliyim.' Ne yazık ki işi aslında çözümsüzlüğe götüren şey çoğunluk tarafından zorbanın afişe edilmemesi, yargılanmaması, dışlanmaması… Tam tersine iyi kalpliler dışlanıyor. Dolayısıyla burada otoriteye de görev düşüyor. Zorbalara hakkaniyetli bir ceza verilsin ki yaptıkları yanına kâr kalmasın ya da insanlar çıkıp 'Bunun cezasını ben keseyim' demesinler. Keşke iyimser bir şey söyleyebilsem ama ne yazık ki yakın zamanda bunun azalacağına dair hiçbir emare görmüyoruz.
Bu konu gerçekten önemli çünkü çocuk akşam eve geldiğinde yemek masasında 'Başıma böyle bir şey geldi' demeyebilir. Bu durumda tutum değişiklikleri aileler için uyarıcı olmalı. Örneğin normalde sessiz sakin bir çocuk ama bir bakıyorsunuz son zamanlarda çenesine vurdu, tavırları, mimikleri değişti. Ya da iştahı, uyku düzeni eskisinden farklı. Yemeği, uykuyu seven çocuk artık iştahsız ya da yatmak bilmiyor. Tam tersi de geçerli elbette. Çocuk birdenbire çok uyuyup kafasını yastıktan kaldırmayabilir. Veya eskiden agresif bir çocuk artık mum gibi… Bu tür tutum değişikliği sergileyen çocuklar, akla durumu açıklayacak başka bir şey de gelmiyorsa mağdur olmuş olabilirler.
”
Alo Yeditepe