Geçtiğimiz iki yıllık süreçte alınan yoğun tedbirler, yüz yüze eğitime ara verilmesi ve sokağa çıkma yasakları, üst solunum yolu enfeksiyonlarının görülme oranında ciddi miktarda düşüşe yol açtı. Ancak gündelik hayata kalınan yerden devam edilmesi, öğrencilerin yeniden okullarda eğitime başlaması, dengesiz hava şartları, ihmal edilen grip aşısı gibi faktörler, son aylarda grip ve üst solunum yolu enfeksiyonlarında fark edilir oranda artışa neden oldu.
Mart 2020'den bu yana hastalık denilince aklımıza ilk gelen COVID-19 olsa da başka birçok rahatsızlık da varlığını sürdürüyor. Son dönemde, üst solunum yolu enfeksiyonlarında görülen artış gibi... Geçtiğimiz yıl neredeyse aklımızdan çıkan bu rahatsızlıkların yeniden yükselişe geçmesinin altında neler yattığının yanıtını veren Yeditepe Üniversitesi Kozyatağı Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Küçükardalı, "COVID-19'un ilk başladığı dönemde izolasyon, maske, mesafe ve hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyulmasıyla birlikte mevsimsel grip vakalarında büyük oranda düşüş görüldü. Ancak günümüzde artık COVID-19'da aşılanmanın belli bir orana ulaşması, hızının kısmen de olsa kesilmesi, bağışıklığı olan bireylerin toplum içinde fazlalaşması sebebiyle biraz daha normalleşmeye dönüldü. Tüm bunlara ek olarak okullarda yüz yüze eğitime geçmesiyle birlikte son aylarda mevsimsel grip olgularında son iki yıla oranla belli oranda bir artış gözlemleniyor" dedi.
İnfluenza yani mevsimsel grip virüsünün kuluçka süresi yaklaşık iki-üç gün. Ancak COVID-19 virüsünün kuluçka süresi dört-altı gün arasında değişiyor. Dolayısıyla influenza virüsü daha hızlı yayılıyor, daha çabuk bulaşıyor. Bu dönemde insanlar arası temasın, özellikle toplu yerlerde bulunma periyodunun olabildiğince kısıtlı tutulması gerekiyor. Maske, mesafe, hijyen önlemlerine sıkı sıkıya devam etmek de büyük önem taşıyor. Davranış karakteri bakımından, COVID-19 ile grip virüsü karşılaştırıldığında yaş grupları itibarıyla da farklılıklar bulunuyor, influenza virüsü, çocuk yaş grubunu daha çok etkiliyor ve taşıyıcı olabiliyor. COVID-19 için bu yaş grubunu influenza kadar etkilediğini söyleyemiyoruz, bu yönde bir veri bulunmuyor. Dolayısıyla okulların açılmasıyla birlikte gribal enfeksiyonların artması, çocuklarla bulaşın diğer popülasyonda yani aile bireylerinde de yaygınlaşması sonucunu doğuruyor.
COVID-19 ve grip virüsü birbirinden farklı olsa da ortak özellikleri de bulunuyor. Her ikisi de solunum yollarını tercih ediyor; boğaz, baş, kas eklem ağrılarının yanı sıra öksürük, bulantı, kusma ve ishal gibi semptomlarla başlıyor. Kuluçka sürelerinde ise fark görülüyor, influenza adı da verilen mevsimsel grip, COVID-19'a oranla bulaştıktan sonra biraz daha hızlı belirti veriyor. Bu virüslerin A ve B olmak üzere iki tipi bulunuyor, insanlarda grip enfeksiyonuna en sık influenza A virüsü yol açıyor. COVID-19'da ise belirtiler biraz daha geç ortaya çıkıyor. Grip hastalığında burun akıntısı ve boğaz ağrısı daha önde görülürken, COVID-19'da koku ve tat alma sorunları çoğunlukla COVID-19 hastalığı olarak tabloda yer alıyor. COVID19'da can kaybı oranının influenzaya göre daha yüksek olduğu da görülüyor. Kimi zaman yüzde 3-5 oranında can kaybı olduğunu söyleyebiliriz. Influenzada bu kadar yoğun can kaybı oranına rastlanmıyor. Yine zatürre oluşma oranı influenzaya göre COVID-19 hastalarında daha fazla oluyor. Dolayısıyla pandemi döneminde üst solunum yolu belirtileri olan kişide klinik belirti ve bulguyla ikisini ayırabilir miyiz diye sorarsanız, test yapmadan bu konuda iddialı olmak çok mümkün değil. Çünkü ikisinde de benzer klinik tablolar görülebiliyor. COVID-19'da yaklaşık yüzde 80 oranında asemptomatik olarak, belini vermeden de kişi taşıyıcı olabiliyor. Pandemi döneminde bir enfeksiyon belirtisiyle karşılaştığımız durumlarda özellikle risk faktörü taşıyan şahıslarda, ayrım yapmak bakımından PCR testi yapılması önem taşıyor. 1 estle bunun ayırıcı tanısını yapmak ve tanıya göre tedaviye başlamak gerekiyor. İnfluenza durumunda eğer tehditkar bir durum varsa antiviral ilaç kullanılırsa başanlı sonuç alınıyor. İspatlanmış bir antivirüs tedavisi var. Oysa COVID-19'da ispatlanmış, kanıtlanmış bir antivirüs tedavisi bulunmuyor. COVID-19 enfeksiyonu saptadığımız zaman klinik belirtiler de varsa işi daha sıkı tutmak gerekiyor. Daha ciddi tedavi basamaklarını çok erken uygulamak açısından, hastayı yakından takip edebilmek için ikisinin ayırımını laboratuvar tanısıyla koyma ihtiyacı oluyor.
COVID-19 risk grubunda olan kişilerin, pozitif olduğu bilinen birisiyle yakın temas öyküsü varsa, hiç belirti görülmese de PCR testi yaptırması gerekiyor. Bu virüsün güncel olarak halen varlığını, taşıyıcılığını ya da hastalığı gösteren en etkin yöntem PCR testidir. Ayrıca ateş, kuru öksürük, kas-eklem ağrısı, burun akıntısı, tat ve koku alma bozukluğu, izah edilemeyen genel durumda düşkünlük, halsizlik, bitkinlik gibi durumlarda da şüphelenerek PCR testi saptırmak gerekiyor.
”
Alo Yeditepe