“Ailevi Akdeniz Anemisi” adıyla da bilinen, “Talasemi”, Akdeniz’e komşu olan ülkelerde çok yaygın görülüyor. Türkiye’nin bu ülkelerin başında geldiğini belirten Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu, 8 Mayıs ‘Dünya Talasemi Günü’ gününde hastalıkla ilgili önemli bilgiler verdi.
Ülkemizde 4 bin 500 dolayında talasemi tedavisi gören hasta olduğunu belirten Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu, “Daha da önemlisi o hastaların hastalığının ortaya çıkmasına neden olan taşıyıcı aileler var. Türkiye’de yaklaşık 1 milyon 300 bin talasemi taşıyıcısı var. Bu rakamın önemi ise şudur. Talasemi hastaları eğer çocuk doğurursa bu çocukların talasemi hastası olma ihtimali yüzde 50’dir. Her yıl yaklaşık 365 bin talasemili çocuk dünyaya geliyor” diye konuştu.
1 milyon 300 bin civarında taşıyıcı olduğuna dikkat çekerek evlenmeden önce yapılacak testlerin önemine değinen Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu, şu uyarılarda bulundu:
“Bu kişiler taşıyıcı ve sağlıklı. Onların hasta ya da taşıyıcı olduklarını ifade eden hiçbir belirtileri yok. O zaman bu kişileri evlenme öncesinde yapılacak testlerle tespit etmemiz mümkün. Bu testler çok güzel, önerilmesi de çok iyi ancak zorunlu olmaması eksiklik. Bu testler sadece öneriliyor. Bu testleri yaptırıp sonucunu getirmeyenler de evlenebiliyorlar. Bu testlerin birçok riskli bölgelerde zorunlu olması gerekiyor. Türkiye’de talasemi taşıyıcılığı yüzde 2,1 oranında. Ama Akdeniz’de özellikle Antalya’da bu oran yüzde 13, Ege’de yüzde 6 ila 7 oranlarında. Bu şehirlerde taşıyıcılar daha yüksek oranlarda. Evlenme olasılıkları daha yüksek. Dolayısıyla evlilik öncesi testler ve kişilere genetik danışmanlık verilmesi çok önemli.”
Talasemi tedavisinde hastaya bebekliğinden itibaren düzenli kan transfüzyonu yapıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Sönmezoğlu, “Küçücük bebekler, küçücük vücutlarına her ay kan alıyorlar. Eğer almazlarsa ölüm riskleri oluyor. Kan ile vücutlarına demir yüklüyoruz. Demiri geri almak için de bir tedavi uyguluyoruz. Bu hayatları boyunca sürüyor. Her ay 2 ünite kan alıyorlar. Bu çok büyük bir yüktür. Kan transfüzyonu sırasında enfeksiyon bulaşabiliyor. Bu kişiler düzenli olarak kan alacak ama bu kanın çok riskleri var. Çünkü kan bağışlayan herkes çok sağlıklı değil. Talasemi hastalarını takip eden doktorların gönüllü ve sağlıklı donör grubu oluşturup buralardan kan vermeye çalışmaları lazım” uyarısında bulundu.
Hasta tanıyı aldıktan sonra büyük bir psikolojik travma yaşadığını belirten Prof. Dr. Sönmezoğlu, hastaların psikolojik destek görmesi gerektiğini de sözlerine ekleyerek şöyle konuştu:
“Bu durumu göz ardı etmemek lazım. Hastaya kan transfüzyonu tedavisi verirken yanına psikoterapiyi de ihmal etmemeliyiz. O hastanın psikolojisini de yüksek tutmak adına önlem almak gerekli. Çok iyi bir tedavi seçseniz bile hasta bunu almaya gelmeyebilir. Onun psikolojik desteğini de sağlamanız gerekiyor. Kişinin hayatını da izlemek önemlidir. Psikolojik yardım vermeli ki bu kişi hayatına devam edebilsin.”
Talaseminin son yıllarda yaşanan göçler sonucu Akdeniz havzasından Avrupa’ya doğru yayılmaya başladığını söyleyen Prof. Dr. Meral Sönmezoğlu, “Dünya artık 5 coğrafi bölge diye anlatılmıyor. Ciddi bir seyahat ve göç var. Dolayısıyla genler karıştı. Akdeniz bölgesine özgü olan genler, çoktan Avrupa ülkelerine geçti. Yapılan taramalarda Akdeniz ülkesi genlerini bulmaya başladılar. Bunların arasında talasemi geni var. Avrupa ülkelerinde yaşayanların genetik testleri yaptırmaları gerekiyor. Artık Avrupa ülkelerinde de talasemi vakaları görülmeye başladı. Artık Avrupa vatandaşlarında da genler çıkmaya başladı” değerlendirmesinde bulundu.
Son olarak Türkiye’de talasemi hastalarını takip eden 11 merkezin kendi takip ettikleri hastalarını incelediklerini söyleyen Sönmezoğlu, bin hasta üzerinde yapılan inceleme sonucu kan transfüzyonu artıkça 20 yaşından sonra bu hastaların Hepatit B, C ve HIV’e yakalanma olasılıklarının çok daha yüksek olduğunu gördüklerini vurguladı.
”
Alo Yeditepe