Akciğer kanseri, tüm dünyada ve ülkemizde en sık görülen ve en çok can kaybının olduğu kanser türüdür. Hem kadınlarda hem erkeklerde kansere bağlı beş can kaybından biri akciğer kanserine bağlıdır. Sigara tüketimindeki artış ve hava kirliliği nedeni ile sıklığının giderek artmasını yanında, diğer etkenlere bağlı olarak sigara içmeyenlerde de görülme sıklığı sürekli yükselmektedir. Kanser, akciğer dokusundaki hücrelerin DNA hasarı sonucu kontrolsüz hücre çoğalması ile meydana gelir. Kontrolsüz çoğalan hücreler hastalık ilerledikçe başta kemik ve beyin olmak üzere tüm organlara yayılabilmektedir (metastaz). Tedavi başarısında en önemli faktörler hastalığın evresi, hücre tipi ve hastanın genel durumudur. Erken evrelerde cerrahi ile tam tedavi sağlanabilirken ileri evrede yakalanmış olgularda başarı şansı azalmaktadır.
Akciğer kanserlerinin % 90 ‘nından tütün ürünü sorumludur. Sigara içmeyen akciğer kanserli olguların üçte birinde risk faktörü olarak pasif sigara maruziyeti bulunmuştur. En az 20 yıl günde ortalama bir paket sigara içen erkeklerde içmeyenlere oranla 23, kadınlarda ise 13 kat arttığı gösterilmiştir. Sigara tüketim miktarında anlamlı risk artışı ortalama 20 yıl ve günde 1 paket olarak belirlenmişse de erken yaşta sigaraya başlama, ev içerisinde sigara kullanımı, mesleki ve genetik risk faktörleri nedeni ile daha az tütün kullanımında risk artmaktadır.
Sigara bırakıldığı andan itibaren akciğer kanseri riski azalmaya başlasa da anlamlı risk azalması 25 yıldan sonra gerçekleşir. Ancak bu risk, hiç sigara içmemiş bireylere göre her zaman daha yüksektir.
Puro kullanımının riski 3 kat, pipo kullanımı ise riski 8 kat artırdığı bilinmektedir. Bununla birlikte düşük nikotin ve tar düzeyli ‘light’ sigaralar da riski azaltmamaktadır.
Akciğer kanserinden korunmada en önemli nokta sigaradan uzak durulmasıdır. Başta sigara olmak üzere tüm toksik ajanların solunmasından kaçınılması hastalık riskini önemli oranda azaltmaktadır.
Zorunlu mesleki maruziyetlerde koruyucu ekipmanlar ile çalışılması, çalışma saatleri ve kontrollerle de temas miktarının en aza indirgenmesi de çok önemlidir.
Akciğer kanserinin en sık belirtileri, öksürük, kanlı balgam, göğüs ağrısı, ses kısıklığı, nedeni bilinmeyen kilo kaybı, nefes darlığı, yeni ortaya çıkan hırıltı, tedavi güçlüğü yaşanan ve tekrarlayan zatürredir. Bu belirtiler dışında tek taraflı göz kapağı düşüklüğü, kolda uyuşma, ağrı, halsizlik, kas gücü kayıpları, baş ve boyun ödemi gibi şikayetlerle de hastalar hekime başvurabilirler. Tüm bu belirti ve bulgular tümörün yerleşim yerine ve büyüklüğüne bağlı değişiklik gösterebilmektedir.
Akciğer kanseri sıklıkla kemiklere, beyine ve böbrek üstü bezlerine sıçrar. Kemiklere sıçradığında ağrı ve travmadan bağımsız gelişen kırıklara neden olabilir. Beyinde gelişen metastazlarda ise epilepsi nöbetleri, kişilik değişiklikleri, görme kayıpları görülebilmektedir. Tümörler bulunduğu yerin dışında da, yayıldıkları yerlerde ve salgıladıkları maddeler ile kalsiyum ve sodyum gibi yaşamsal önemi olan minerallerin metabolizmalarını bozarak bulantı, kusma, halsizlik, bilinç bulanıklığına neden olabilmektedir.
Her kanser türünde olduğu gibi akciğer kanserinde erken tanı da hayat kurtarır. Sigara kullananlar, ailesinde kanser öyküsü bulunanlar, toksik maddelere maruz kalan meslek gruplarında çalışanların yıllık akciğer grafisi ve 55 yaş üstü yüksek riskli gruplarda düşük doz tomografi ile tarama önerilmektedir. Bu gruplarda göğüs tomografisinin akciğer kanseri tanısını 3 kat, erken tanı şansını 10 kat artırdığı belirlenmiştir.
Nedeni açıklanamayan öksürük ve tekrarlayan zatürrelerde bronkoskopik inceleme önerilmektedir.
Tanı alan akciğer kanserli vakaların yüzde 75-80’i cerrahi şansını kaybetmiş ileri evrede vakalardır. Göğüs tomografisinin riskli gruplarda kullanımının yaygınlaşması ile akciğer kanseri tanısında kullanıma girmesi, erken tanı koyma şansını artırmıştır.
Akciğerde tümörden şüphelenilmesi halinde dokudan biyopsi ile örnekleme yapmak gerekmektedir. Tümör hava yollarına yakın ise bronkoskopi ile biyopsi alınır. Bronkoskopi ile ulaşılamayacağı düşünülen tümörlerde göğüs tomografisi rehberliğinde, göğüs kafesine dışarıdan biyopsi iğneleri ile girilerek hasta dokudan örnek alınmaktadır. Alınan dokunun patolojik incelenmesi ile kesin tanı konulur.
Bronkoskopi, alt solunum yolu ve bronşların endoskopik incelenme yöntemidir. Bronş içi ve mukozası ışıklı kamera ile görülür, hasta dokunun çapı, nefes borusuna olan etkileri ve damarlanması incelenir. Tomografide izlenen lenf nodlarından da biyopsi alınabilmektedir.
Akciğer kanserinde tanı koymada diğer bir yöntem balgamdaki hücrelerin (sitoloji) incelenmesidir. Alt solunum yolu hücreleri ve mukoza salgılarından oluşan balgamda tümör hücreleri görülerek tanı konabilse de bu incelemede başarı şansı oldukça düşüktür.
Son dönemde gelen ve ülkemizde sınırlı sayıda merkezde uygulanan ‘likit biyopsi’ yöntemi ile akciğer kanseri tanısı konulabilmektedir. Kullanımı ve etkinliği günümüzde kısıtlı olsada, gelecekte kullanım yaygınlığı artacaktır. Kanda tümör hücreleri ayrıştırılarak genetik incelenmesi yapılmak sureti ile tanı konulan bu yöntem sayesinde tedavi aşamalarında tümör hücresinde gelişebilecek genetik değişikliklerin takibi de yapılabilmektedir.
Evreleme, tümörün çapı, yayıldığı lenf bezleri ve uzak organ metastazlarının tanımlanması ile yapılır. Nükleer madde ile işaretlenmiş glukozun hızlı çoğalan hücrelerde tutulumunun tespiti prensibine dayanan PET-CT ile PET-CT yönteminin yetersiz olduğu beyin dokusunun MR ile incelenmesi evrelemede önemli yöntemlerdir.
Küçük hücreli dışı akciğer kanseri ve küçük hücreli akciğer kanserinin tedavileri farklıdır. Tedavi hastalığın evresine göre değişmektedir.
Akciğer kanserinin tipi ve evresine göre cerrahi, radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi (ilaçla tedavi), hedefe yönelik tedavi ve immünoterapi gibi seçeneklerinin bazıları ya da hepsi, hastanın ve hastalığın özelliklerine göre farklı sıralamalarla uygulanmaktadır. Kanser tedavisinde amaç hastalığı mümkünse yok etmek, değilse sınırlamak, sağ kalımı uzatmak ve hastanın yaşam kalitesini arttırmaktır. Akciğer kanserinin en iyi şekilde tedavi edilebilmesi için multidisipliner yaklaşım çok önemlidir.
Akciğer kanserinde her hastanın durumu birbirinden farklıdır. Hastalığın ve hastanın durumuna göre farklı tedavi seçeneklerinin tek başına veya birlikte kullanılması, farklı bölümlerden bu konuda uzmanlaşmış çok sayıda hekimin ortak çalışması ve hasta için en doğru tedavinin ortak kararla belirlenmesini gerektirir.
Bu şekilde en doğru ve güncel tedaviler gecikmeksizin uygulanabilir. Multidisipliner yaklaşımda medikal onkoloji, göğüs cerrahisi, göğüs hastalıkları, radyasyon onkolojisi, patoloji, radyoloji, nükleer tıp uzmanlarının ortak görüşü alınmakta; gerekli durumlarda diyetisyen, psikiyatri ve ağrı tedavi uzmanının yardımı istenmektedir.
Akciğer kanserinin erken evrelerinde, hastada ameliyata engel olan başka bir hastalık yoksa, en etkin tedavi cerrahidir. Halk arasındaki “Kansere bıçak vurulmaz”, “Biyopsi yapıldı, kanser yayıldı” gibi yanlış inanışlar sebebiyle, hastalar cerrahi önerildiği zaman tedaviyi reddedebilmektedir.
Akciğer kanserinde cerrahi tedavi önerilenler, aslında hastalıkları nispeten erken evrelerde olan ve ameliyatla kanserli doku tam olarak çıkartılabildiğinde uzun dönem hastalıksız yaşam şansı en yüksek hasta grubunu oluşturmaktadır. Aslında doktora başvuran akciğer kanserli olguların yaklaşık yüzde 75-80’i ameliyatla tedavi olabilme şansını yitirmiş durumdadır.
Dolayısıyla her hastaya ameliyat önerilemez. Eğer hekimleriniz tarafından hastalığınızın henüz uzak yayılım göstermeden erken evrede tespit edildiği, ameliyat olmanız gerektiği ve bu ameliyatı da genel sağlık durumunuz itibarı ile kaldırabilecek durumda olduğunuz söylenmişse, bu şansı kaçırmayın. Çünkü bunun yerine yapılacak tedaviler ile aynı iyileşme şansını yakalamanız pek olası değildir.
Bir kanser hastasına “Ameliyat olamazsın” demek o hastanın tedavi planlaması ve iyileşme şansı açısından çok önemli bir karardır. Dolayısıyla böylesine önemli bir kararın titizlikle, yüksek teknolojinin kullanıldığı detaylı bir araştırmadan sonra verilmesi gerekir. Bu da ister istemez tetkiklerin yapıldığı kurumda bulunan aletler ve alt yapının teknolojik seviyesi ile doğrudan ilişkilidir.
Aynı şekilde tanı ve evrelemede payı bulunan hekimlerin elde edilen detaylı verileri hastanın lehine ve görüş birliği oluşturarak en iyi şekilde yorumlayabilecek uzmanlığa sahip olmaları kritik önem taşımaktadır. Yeditepe Üniversitesi Hastanelerinde, daha önce ameliyat olamayacağı söylenen bazı hastaların detaylı bir araştırma sonucu aslında ameliyat şanslarının olduğunu görmekte ve bu hastalarımızın diğer tedavi yöntemleriyle birlikte cerrahi tedavilerini de yaparak daha yüksek bir yaşam şansı yakalamalarına yardımcı olunabilmektedir.
Kesin tanı almış olan akciğer kanseri hastası evreleme sonucunda ameliyat olabilecek evrede bulunursa, hastanın cerrahiye uygunluk bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir Burada hastanın yaşı, genel durumu, başta kalp ve dolaşım fonksiyonları olmak üzere eşlik eden diğer hastalıkları ve akciğer solunum kapasitesi dikkate alınmaktadır.
Yaşın ileri olması tek başına cerrahiye engel teşkil etmez; önemli olan yaşla birlikte artabilecek kalp, akciğer, beyin, böbrek fonksiyonlarındaki bozulmalardır. Tüm hastalarda akciğer fonksiyon testleri yapılır, ve kalp fonksiyonları değerlendirilir. Bu değerlendirme sonucunda uygun bulunan hastalara ameliyat kararı verilmektedir.
Akciğer kanseri hastalarının önemli bir bölümü, hastalıklarının belli bir yayılım göstermiş olması nedeniyle cerrahi dışındaki tedavi yöntemleri ile tedavi edilir. Diğer taraftan bu hastaların tedavileri sırasında karşılaşabilecekleri akciğer etrafında ya da kalp zarı içinde sıvı veya abse birikmesi, akciğerden hava kaçağı olması, ana nefes borusu ve bronş dallarında hastalığa bağlı tıkanma ve daralmaların yol açtığı nefes darlığı ya da akciğerlerden kanama olması gibi durumlarda yine hastalarımızın şikayetlerini azaltma ve yaşam kalitelerini artırma amacıyla uyguladığımız endoskopik ve açık birçok cerrahi girişim vardır. Yine hastalarımızın kemoterapi sırasında damarlarına sürekli kateter takılması gerektiği ve damarların ilaçlara bağlı olarak büzüşmesi ve tıkanması nedeniyle bu işlemin giderek zorlaştığı bilindiğinden, bu tedavinin kolaylıkla ve rahatsızlık yaşanmadan sürdürülebilmesi amacıyla hastalarımıza deri altına saklanmış ve ana toplar damara yerleştirilen PORT kateterler takılmaktadır. Bu PORT kateterler dikkatli ve düzenli kullanım ve bakım ile yıllarca sorunsuz olarak kullanılabilmekte ve hastalara büyük bir rahatlık sağlamaktadır.
Kemoterapi, vücudunuzda hızlı büyüyen anormal hücreleri öldürmek için kullanılan güçlü kimyasallardan oluşan ilaç tedavisidir. Tıpta kullanılan kemoterapiler birçok kanser çeşidinde tedavi için kullanılır, çünkü kanser hücreleri vücuttaki çoğu hücreden çok daha hızlı büyür ve çoğalırlar. Günümüzde kullanılan birçok farklı kemoterapi ilaçları vardır ve bu ilaçlar tek başına veya kombinasyonlar şeklinde kanser hastalarına uygulanabilmektedirler. Kanseri tedavi etmek için kullanılan ilaçların farklı şekilde etki ettiğini bilmek önemlidir.
Kemoterapi ilaçlarının yan etkileri vardır ve kullanılan her ilacın farklı yan etkileri bulunmaktadır. Hekiminizden, tedavinizde kullanılan kemoterapi ilaçların yan etkileri hakkında bilgi almanız bu etkileri hafifletmek için uygulanacak koruyucu veya yardımcı ilaç önerilerini alabilirsiniz.
İmmüno-onkoloji olarak da bilinen kanser immünoterapisi, kanseri önlemek, kontrol etmek ve ortadan kaldırmak için vücudun kendi bağışıklık sisteminin gücünü (hücrelerini) kullanan bir kanser tedavisi şeklidir.
İmmünoterapi bağışıklık sistemini belirli kanser hücrelerini tanımak ve bunlara saldırmak için adeta eğitir. Kanser hücrelerini ortadan kaldırmaya yardımcı olmak için bağışıklık hücrelerinin yani vücut savunma hücrelerinin sayısını artırır. Ek olarak vücudun bağışıklık tepkisini artırmak için yeni bileşenler sağlar.
Kanser immünoterapisi çeşitli bileşenlerden oluşur, bunlar hedeflenmiş antikorlar, kanser aşıları, vücuda uyarıcı hücrelerin transferi, tümör enfekte virüsler, savunma hücrelerinin kontrol noktalarının durdurulması (inhibitörler) bu şekilde daha fazla çalışmalarını sağlama gibi çeşitli şekillerden oluşur. İmmünoterapiler bir çeşit biyoterapidir (biyolojik tepki değiştirici tedavi olarak da adlandırılır), çünkü hastalıklarla savaşmak için canlı organizmalardan materyallerin kullanımı şeklinde de kullanılırlar.
Bazı immünoterapi tedavileri, bağışıklık hücrelerinin kanserle mücadele yeteneklerini geliştirmek için genetik mühendislik ile özellik kazandırılarak kullanılırlar ve bunlar gen terapileri olarak adlandırılabilir. İmmünoterapiler farklı kanser çeşitlerinin önlenmesi, oluşmuş kanser hastalığının yönetilmesi veya tedavi edilmesine yönelik kullanılırlar. Kanser hastalarının tedavisinde uygulanan cerrahi, kemoterapi, radyasyon veya hedefe yönelik tedavilerin etkinliklerini arttırmak için bu tedavi yöntemleri ile birlikte de kullanılabilir.
Bağışıklık sistemi hassastır, bu nedenle sağlıklı hücreleri korurken sadece kanser hücrelerini hedeflemesi mümkündür. Canlıların bağışıklık sistemi, tıpkı kanser gibi sürekli ve dinamik olarak çevre şartlarına adapte olabilir, yeni özellikleri kazanabilir. Bu nedenle kanserin en önemli özelliklerinden biri olan savunma hücrelerinin tespitinden kaçmayı başarırsa da bağışıklık sistemi bu durumu yeniden değerlendirebilir ve bu yeni özellikteki kanser hücrelerine yeni bir saldırı başlatabilir. Ayrıca, immünoterapiler bağışıklık sisteminin kanser hücrelerinin neye benzediğini hatırlamasını sağlar “hafıza hücreler”, böylece kanser hücreleri yeniden oluşursa da savunma hücreleri tekrar hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan oluşan kanseri hedefleyebilir ve ortadan kaldırabilir.
Akciğer kanseri, idrar torbası (mesane), lenfoma, kolon ve rektum, yemek borusu (özofagus), baş ve boyun, karaciğer, rahim, melanom, Merkel hücreli karsinom, cilt yassı epitel hücreli kanser gibi hastalarıklarda immünoterapi kullanılabiliyor. Ayrıca kanserin bulunduğu organdan bağımsız olarak eğer genetik hasar olarak (MSI-H)’ı gibi durumu veya tümör mutasyon yükü fazla (TMB-H) ise başka bir veriye ihtiyaç duymaksızın kullanılabilir. Ancak bilinmesi gereken en önemli kavramlardan birisi de immünoterapi her hasta için her zaman işe yaramayabilir.
Belirli immünoterapi türleri potansiyel olarak ciddi ancak yönetilebilir yan etkilee sahiptir. İmmünoterapinin yan etkileri genellikle bağışıklık sisteminin uyarılmasından kaynaklanabilir, küçük iltihabi reaksiyon ve grip benzeri şikayetlerden vücudun kendi kendine zarar verme (otoimmün) gibi büyük bozukluklara yol açabilir ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden koşullara sebebiyet verebilir. Immünoterapilerin yaygın yan etkileri arasında cilt reaksiyonları (kızarıklık, kaşıntı), ağız yaraları, yorgunluk, bulantı, vücut ağrıları, baş ağrıları ve kan basıncındaki değişiklikler sayılabilir.
Işın tedavisi olarak da bilinen radyoterapi, başta X ışını olmak üzere yüksek enerjili ışınlarla tümör hücrelerini yok etmeyi amaçyan tedavi yöntemidir. Hastalara göre değişken doz ve sıklıkta uygulanır. Tümör hedeflenerek yapılan ışınlamada tümör etrafındaki sağlıklı doku da hasarlanabilir.
Radyoterapiye bağlı yan etkiler çoğunlukla bu sağlıklı dokuların hasarına bağlı gelişir ve tedavi başladıktan sonra ikinci haftada başlayıp tedavi bitiminden sonraki 2-3 hafta boyunca devam eder. Sık olmamakla birlikte kalıcı hasar da oluşturabilmektedir.
Işınlanan tümör etrafında kalan sağlam akciğer dokusu etkilendiğinde kuru öksürük, ateş, nefes darlığı başlayabilir. Bu belirtiler geliştiğinde mutlaka ilgili doktor ile paylaşılmalıdır. Tedavi alanına giren ciltte kaşıntı, kızarıklık olabilir, hasarı arttırmamak için ışınlama alanına giren bölgelerde kozmetik ürünleri kullanılmamalıdır. Göğüs kafesinde bulunan ve radyoterapiden etkilenecek diğer bir organ yemek borusudur, yutma güçlüğü ve ağrılı yutma gelişebilmektedir. Özofagus hasarını artırmamak için bu dönemlerde asitli ve acı gıdalardan uzak durulmalıdır. Tedavi süresince alkol ve sigara kesinlikle kullanılmamalıdır.
Akciğer kanserli hastalarda tümörün artmış metabolik aktivitesine bağlı olarak vücudun bazal kalori ihtiyacı artmaktadır. Kemoterapi ve radyoterapi nedeni ile iştahsızlık gelişen hastalarda artmış kalori ihtiyacı karşılanamamakta ve hastalarda hızlı kilo ve kas kaybı görülmektedir. Hastanın genel durumu, tedavi başarısı ve sağ kalımı için çok önemlidir. Hastaların total kalori ihtiyacının ve eksikliğinin belirlenmesi, eksik kalori, vitamin ve mineral takviyesinin yapılması, hastanın yaşam kalitesini, tedavi başarısını ve kemoterapinin yan etkilerini azaltır.
”
Alo Yeditepe