Fitoterapi kelime olarak “Bitkilerle Tedavi” anlamına gelmektedir. Ancak günümüzde iki farklı boyutu ile değerlendirmek gerekir. Fitoterapi “Bir bitki organında bulunan bileşenlerin, birbirinden ayrıştırılmadan, bütüncül etkisinden yararlanılması” şeklinde basitçe tanımlanabilir.
Yeryüzünde şimdiye kadar tanımlanmış 396.000 yüksek bitki taksonu (birbirinden farklı özelliğe sa- hip türler için kullanılan en küçük sınıflandırma birimi) bulunduğu bildirilmektedir. Her bitkide yüzlerce bileşik bulunmaktadır. Bunlar arasında daha ziyade bitkinin besleyici özelliğini belirleyen karbonhidratlar, proteik yapıda bileşenler, sabit yağlar gibi her bitkide bulunan ve bitkinin gelişimi için gerekli temel öğeler “Primer metabolitler” olarak isimlendirilir. Bitkiden bitkiye farklılık gösteren ve genel olarak biyolojik etkilerinden sorumlu alkaloitler, fenolik yapıda bileşenler, terpenik bileşikler gibi bileşenler ise “Sekonder metabolitler” olarak adlandırılır. Ancak her bitki organı gerek kimyasal içerik ve gerekse biyolojik aktivite bakımından farklılık göstermektedir. Fitoterapi ise, “Bir bitki organında bulunan bileşenlerin, birbirinden ayrıştırılmadan, bütüncül etkisinden yararlanılması” şeklinde basitçe tanımlanabilir.
Diğer taraftan, sekonder metabolitlerden, ayrıştırılıp tanımlanarak, sıklıkla yeni ilaç geliştirilmesinde model olarak yararlanılmaktadır. Ancak bu grup ilaçlar artık fitoterapi kapsamında yer almamaktadır.
Fitoterapi kelime olarak “Bitkilerle Tedavi” anlamına gelmektedir. Ancak günümüzde iki farklı boyutu ile değerlendirmek gerekir.
Her iki grupta da başlangıç, şüphesiz, deneyimlere dayanmaktadır.
Eski Yunan ve Romalı hekimlerin (Hipokrat, Diosco- rides, vd.) deneyimlerini yansıtan eserlerin Arapçaya çevrilmesi ve İslam hekimlerinin (İbni Sina vd.) katkısı sonucu gelişen Unani Tıp 1700’lü yıllara kadar Avrupa ve Ortadoğu’da etkisini sürdürerek bu günkü fitoterapinin temelini oluşturmuştur. İkinci grupta
(b) yer alan bitkisel ilaçların yaygın fitoterapi uygulamaları içerisine dahil olması ise daha ziyade son dönemlerde artan bilimsel araştırma sonuçlarının etkisi ile olmuştur. Nitekim günümüz fitoterapisinde yaygın bilinen bazı bitkiler geleneksel tedavi sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Demans tedavisinde kullanılan “Ginkgo biloba” (Tebokan vd.) Geleneksel Çin Tıbbı, “zerdeçal” (Curcuma longa) Hint Tedavi Sistemi olan Ayurvedik Tıptan, Şeytan Pençesi (Harpagophyllum procumbens) Güney Afrika kavimleri tedavilerinden modern yöntemler ile geliştirilmiş bit- kisel ilaçlardır.
Uluslararası Sağlık otoriteleri (WHO, EMA vd.) tarafından fitoterapi ürünlerinde, eğer geleneksel halk ilacı olarak uzun süreli kullanılıyorsa, etkinliğini ve güvenilirliğini göstermek, kanıtlamak için kimyasal ilaçlardaki gibi uzun ve pahalı klinik araştırmalar (faz çalışmaları) yapılmasına gerek görülmez. Ancak yeterli “etkili madde” taşıyıp taşımadığı mutlaka analiz edilmelidir.
Fitoterapinin günümüzde, özellikle 2000’li yıllardan sonra, giderek artan bir ilgi görmesinin başlıca nedeni gelişen modern kimyasal ve biyolojik yöntemler sayesinde bitkisel ilaçlarda etkinliğin ve güvenilirliğin kanıtlanması, farmakolojik etki mekanizmalarının aydınlatılması, farmakokinetik ve farmakodinamik parametrelerin büyük ölçüde çözümlenmeye başlamasıdır.
Bu tanımlanan özellikler günümüz ilaç kavramının vazgeçilmez unsurlarıdır. Benim özellikle vurgula- mak istediğim husus, bitkisel ilaçlarda mevcut çoklu bileşenlerin sinerjistik ve antagonistik etkileşmeleridir. Günümüzde hastalıkların etiyoloji üzerinde yürütülen araştırmalar, her hastalığın çeşitli etkenlere bağlı olarak geliştiğini ortaya koymaktadır. Örneğin, bir mikrobiyal enfeksiyonun tedavisinde sadece antibiyotik verilerek mikroorganizmanın öldürülmesi/gelişimin durdurulması ne derecede doğru olur? Çünkü mikroorganizmanın hücre yapısını oluşturan lipopolisakaritlere karşı vücutta enflamatuvar yolak tetiklenmekte, bir grup sinyal molekülleri (interlökinler, TNF-alfa, IFN-gama) sentezlenmektedir.
Mikroorganizma tehdidine karşı sentezlenen bu endojen moleküller diğer taraftan serbest radikal fonksiyonu görerek vücutta oksidatif hasara yol aç- makta, bu kısır döngü sonucu vücut hücrelerinde patojenite görülebilmektedir. Bitkisel ilaçların kombine yapısı içerisinde hastalıkların farklı fazları ile mücadele edebilecek bileşenler yer almakta, bunların bir kısmı mikroorganizmaya karşı etkili olurken, bir kısmı vücutta sinyal moleküllerinin dengelenmesini sağlamakta, bir kısmı ise organlarda oksidatif hasarı önlemektedir. Nitekim modern ilaç kavramında da artık tedavide bu temel yaklaşım üzerinden etkili olabilecek çoklu ilaçlar geliştirildiği görülmektedir.
Elbette her bitkinin her hastalık üzerinde etkili olmasını beklemek mantıken ve bilimsel olarak mümkün değil. Yapılan çalışmalar hemen hemen her hastalığın etiyolojisinde enflamasyon ve oksidatif hasarın yer aldığını ortaya koymaktadır. Araştırmalar, hemen hemen tüm bitkilerde antienflamatuvar, antioksidan etkili bileşenlerin bulunduğunu gösteriyor. Tabi bitkilerdeki bu bileşenlerin oranlarına göre bitkilerin etkinlikleri de farklılaşabiliyor. Bu konuda belki daha açıklayıcı olur diye şu örneği vermek isterim; doğada çiçeklerin renk cümbüşünü sadece 9 farklı antosi- yanidin yapısı sağlıyor. Bunların farklı oranlarda karışması ile çiçeklerin renkleri ortaya çıkar. Aynı renkli yazıcılarda olduğu gibi, 3-4 renkli kartuşla her renk elde edilebilir. Aynı şekilde uçucu yağların bileşiminde de terpenik bileşenlerin farklı oranlarda bulunması çok farklı kokular sağlar.
Bilimsel anlamda Fitoterapi Eğitimi sadece Eczacılık Fakültelerinin Farmakognozi Anabilim dalları tarafından verilmektedir. Yani bu eğitimi sadece Eczacılar almaktadır. Çünkü bilimsel değerlendirme yapabilmek için bitkileri tanımak (Botanik), kimyasal içeriklerini bilmek (Fitokimya) ve biyolojik etkilerini (Farmakoloji) yorumlayabilmek gerekir. Görüldüğü gibi bilimsel ölçekte bir değerlendirme yapılabilmesi için çok farklı disiplinlere ait bilgilerin doğru şekilde harmanlanması gerekiyor. Bu bilimlerden sadece biri üzerinde bilgi sahibi olan bir kişinin kendini “uzman” olarak görüp yaptığı öneriler gerçekten çok tehlikeli olabiliyor. Tabi en önemli tehlike, hiçbir bilimsel bilgi birikimi bulunmayan “kendilerini uzman hisseden kişilerin” yazılı ve görsel medyada büyük bilgiçlik edaları ile yaptığı öneriler.
Halk arasında yaygın bilinen “denize düşen, yılana sarılır” atasözü bu durumu en iyi şekilde tanımlanmaktadır. Modern tıbbın sınırlı başarı sağlayabildiği bazı alanlarda, fütursuzca “kesin tedavi” önerileri yapan umut tacirleri, maalesef yüksek ücretlerle ürünleri pazarlıyorlar. Kanser bu konuda en çok suiistimal yapılan alan. Vicdan olmadıktan sonra, insan hayatı ile bu kadar rahatlıkla kumar oynayanlara karşı ne yapılabilir? Bu konu benim hassasiyet gösterdiğim hususlardan biridir.
Hekimler uzman oldukları alanlarda fitoterapi ve diğer muhtemel tedavi seçenekleri ile ilgili güncel bilimsel gelişmeleri göz ardı eder, hastaya bu konularda olumsuz mesajlar verirse, hastalarının kontrolü dışındaki tedavilere kaymasını engelleyemez. Bu durumda hasta “kesin tedavi” iddiaları yapan şarlatanların ağına düşer. Hekim hastası üzerindeki hakimiyetini kaybeder; tedavisindeki başarı ya da başarısızlığın gerçek nedenlerini bilemez. Bu nedenle hekimlerin, en azından kendi alanlarındaki, fitoterapi ve diğer tamamlayıcı tedavi seçenekleri konusunda bilgili olması ve mümkün olduğunca kendi tedavi uygulamalarına entegre etmeleri hastasının hekime ve tedaviye olan inancını artıracaktır. Bunu, hekimlerin hastalarına karşı sosyal bir sorumluluk olarak değerlendiriyorum ve önemsiyorum.
Kütüphanemde piyasada fitoterapi konusunda ya- zılmış ve yazarları arasında avukat, çiftçi, ev kadını, güzellik uzmanı gibi sağlık meslekleri dışında uzmanların yer aldığı, kitaplardan oluşturduğum bir koleksiyonum var. Bu kitaplardaki yanlış tedavi önerileri ya da bilgiler gerçekten endişe verici boyutlarda. Bazıları ise komik! Bu kitaplardaki bilgileri kullanarak bir komedi gösterisi yapılabilir.
Arada örnekleri öğrencilerime anlatıyorum, çok eğlenceli oluyor. Genelde yabancı kaynaklı kitapları satın alıp tercüme ederek insanlar kitap yazdığını zannediyor. Hâlbuki yurtdışında da benzer durum var. Yani tercüme etmeye çalıştığınız kitap da uzman olmayan birileri tarafından yazılmış olabiliyor. Bu nedenle kaynak olarak yararlanılacak kitapların iyi seçilmesi gerekiyor. Bir de gazete ve dergilerde çıkan bazı haberler ve yazılar var. Örneğin, bir bitki ekstresinin invitro koşullara yüksek kateşin içeriğine bağlı olarak kanser hücresini öldürdüğünü gözlemledikten sonra, gazetelerde “Türk bilim adamı kansere karşı ilaç keşfetti ve patentledi” şeklinde gündem oluşturduğuna sıklıkla şahit oluyoruz. Bunun nedeni, bu kişilerin bitki bileşenlerinin oral kullanıldığında vücuttaki farmakokinetik, farmakodinamik değişiminden haberi olmaması. Elbette yararlanılabilecek bazı bilimsel nitelikte kaynaklar da var. Ancak bu kaynakların güvenilir olup olmadığı verilen bilimsel literatürlerin kalitesi, hazırlayan kurum, yazarlar, uzmanlar gibi hususlara göre değerlendirilmelidir. Ayrıca bilginin tarihi de önemli. Çünkü fitoterapi gelişime açık bir bilim dalıdır. Sürekli yenilenen bulgular ile birkaç yıl önceki bilgiler geçerliliğini yitirebilmektedir.
Bitkisel ilaç denilince halkımızın aklına hemen aktar/baharatçılar geliyor. Hiç şüphesiz aktarlar tüm İslam aleminde yüzlerce yıl boyunca bitkisel şifa ürünlerinin temin edildiği birer adres olmuş- tur. Ancak günümüzde eskiden olduğu gibi sağlıklı çevre bulunmuyor. Yani, endüstriyel atıklar, tarım ve veteriner ilaçları, radyasyon, ağır metaller ve mikrobiyolojik endo / ekzotoksinler gibi toksinler çevremizdeki tüm kaynakları kirletebiliyor. Bu bakımdan günümüzde bitkisel ürünlerin bu toksik riskleri taşıyıp taşımadığının kontrol edilmesi gerekir. Neden bu kadar çok karaciğer ve böbrek hastası var? Kanımca burada aflatoksin, ağır metal vb. intoksikasyonunun katkısı büyük! Aktar ya da baharatçı gibi kanallarda, maalesef bu risklerin ne derecede kontrol edilebildiği belirsiz. Onlar, insan sağlığını bu şekilde tehlikeye atmak yerine, satış ve önerilerini yine sağlığımız için yararlı olan “baharatlar” ile sınırlamalarının doğru olacağı düşüncesindeyim. Tabi sattıkları ürünlerin kalitesine dikkat etmek, abartılı sağlık önerileri yapmamak koşuluyla...
Biz piyasada ve satış kanallarında satılan ürünlerle ilgili laboratuvarlarımızda ara sıra analiz çalışmaları yapıyoruz. İş gerçekten içler acısı. Mesela aktarlardan aldığımız 25 farklı mayıs papatyası örneğinin hiçbiri gerçek papatya çıkmadı. Etkili madde yoktu. Yine AVM’lerde güzel dekore edilmiş bir modern baharatçıdan satın aldığımız Amerika’dan ithal edilen bir enginar kapsülü içerisinde yüksek fiyatına rağmen etkili madde bulamadık. Piyasada ve internette satılan bitkisel zayıflatıcı ürünlerde, ölümlere yol açabilen sibutramin maddesini yüksek oranlarda tespit ettik. Ya da internette satılan tüm bitkisel afrodizyak ürünlerde sildenafil ve türevlerini tespit ettik. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ben bu tip sağlık ürünlerini internetten satın alan kişilerin “Rus Ruleti” oynamayı sevdiğini düşünüyorum.
Hekimlerin temel eğitimlerinde fitoterapi konusu yer almadığından maalesef bu konuda etkin yorum yapamıyor. Çünkü bitkiyi ve kimyasal içeriğini bilmeden sadece biyolojik etkiye bağlı olarak doğru değerlendirme yapabilmek mümkün olmuyor. Yoğun iş tempoları içerisinde yeni bilgi öğrenecek zamanları da olmadığından “etkisiz”, “zararlı” gibi yanlış bilgiler veriyorlar. Bu durumda hastaları umut tacirlerinin kucağına itiyorlar. Bu konuda, mesleğini seven öncelikle insan sağlığına önem veren hekimler bizim yüksek lisans programlarımızda eğitim alarak doğru bilimsel değerlendirmeler yapabilmek için temel bilgileri öğreniyorlar. Ancak bu hekimlerin sayısının hızla artması gerekiyor. 2014 yılında yürürlüğe giren “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” kapsamında hekimlerin 280 saatlik eğitim sonucu “Fitoterapi Uzmanı” olarak görev yapmaları mümkün olabiliyor. Ancak bu sürenin fitoterapi konusunda yeterli bilgi birikimi sağlana- bilmesi için yeterli olmadığını düşünüyorum. Yine de önemli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Gözlemlerime göre bu durum kanımca farklı risklere yol açıyor. Bu yönetmelik kapsamında Fitoterapi Uzmanı olarak eğitimini tamamlayan hekimler birden kendilerini “Fitoterapi Ustası” gibi görmekte ve yanlış değerlendirmeler, yönlendirmeler yapmakta. Her meslekte olduğu gibi ustalık ancak uzun süreli deneyimle kazanılır; “usta doğulmaz”.
Güncel ilaç tedavisi kavramının en önemli parametresi “standardizasyon” dur. Yani istenen tedavi cevabının sağlanabilmesi için uygulanan her dozun vücut sıvalarında aynı düzeye ulaşması gerekir. Aynı durum bitkisel ilaçlar için de geçerlidir. Bu bakımdan “Bitkisel İlaç” (fitoterapötik, fitofarmasötik) ve Besin Desteği (nutrasötik) grubu ürünleri tercihen eczanelerden ve bitki çaylarını ise eczane veya marketlerden güvenilir markaların paketli ürünlerin satın alınması önerilir. Ortaya atılan süzen poşetli çaylarla ilgili spekülatif iddialar asılsızdır. Süzen poşet muz yaprağı liflerinden yapılmaktadır. Süzen poşetler içe- risinde bitkiler uygun şekilde doze edilebildiklerinden en sağlıklı bitki çayı şeklidir. İnternetten satılan ürün- lerde herhangi bir denetim bulunmadığından sağ- lığımızı korumaya çalışırken riske atmak demektir. Bazı ucuzluk marketlerinde Omega-3 gibi bazı besin destekleri çok ucuza satılmaktadır. Eczanelerde 70- 90 lira olan ürün 15-20 lira gibi rakamlara satılıyor. Ucuz olan ürünler Çin’de internet sitelerinde bulu- nan en kalitesiz, en ucuz ham madde ile yapılıyor. Bu da sağlığa yarardan ziyade zarar veriyor. Hatta kanserleşmeyi tetikleyebiliyor. Aslında bu durumdan ucuzluk marketlerinin de haberdar olmadığını biliyorum. Halka ucuz mal temin etmek için masumane bir davranışı, açgözlü bazı kişiler suiistimal ediyor.
Diğer taraftan, ilaç teknolojisindeki güncel geliş- meler bitkisel ilaç alanında da uygulanmaktadır. Standardizasyonun ötesinde biyoyararlanımı artırmak üzere nano partikül, fitozom gibi tekniklerden yararlanılmaktadır. Bu nedenle, güncel fitoterapi, aktardan alınan bitkinin kaynatılıp içilmesinin öte- sinde, tüm çağdaş gereksinimlerini karşılamaktadır. Bu bakımdan kalite güvenilirliği dikkate alınma- lıdır. Örneğin, aktardan alınan zerdeçal kökünden kurkuminoitlerin emilimi sadece %1’dir. Bu miktar baharat olarak kullanıldığında yeterlidir. Ancak kanser, osteoartrit vb. geniş kapsamda bir patolojide tedavi cevabı alınabilmesi için sürekli ve yüksek emilim sağlanması gerekir. Bu amaçla yapılan önerilerden “karabiber” eklenmesi emilimi 0 artırır, yani %2 emilir. Yine yetersiz bir seviye. Zerdeçalı yağlı formülleri 7 misli (%700) emilim sağlarken geliştirilen fitozom formülleri 29 misli (%2900) gibi yüksek emilim sağlamaktadır.
Şunu unutmamak gerekir; en kuvvetli zehirler bit- kiseldir. Önemli olan uygun kalite, uygun miktar ve uygun süre kullanılmasıdır. En masum bitki bile aşırı kullanıldığında hayati tehlike yaratabilir. Su gibi. Susuz yaşayamayız, ama fazlası öldürür. Fitoterapi uygulamalarında bilgi birikimi son derece önemlidir. Çünkü bitkisel ilaçlar da farmakolojik etki göster- mektedir. Dolayısıyla bilinçsiz bir şekilde “tedaviye yardımcı olur” düşüncesiyle kullanılan bitkisel ilaçlar uygulanan allopatik tedavinin etkisini kuvvetlendi- rerek yan etki / advers etkilere ya da etkisini antagonize ederek uygulanan tedavinin zayıflamasına / etkisiz kalmasına yol açabilir. Örneğin, sarı kantaron (Hypericum perforatum) çok önemli bir bitkisel ilaçtır. Ancak P-glikoprotein indüksiyonu ve / veya hepatik enzim indüksiyonuna bağlı olarak bazı ilaçların vücuttan hızla atılmasına yol açmaktadır. Bu ilaçlar arasında yer alan digoksin, siklosporin gibi hayati öneme sahip ilaçların vücutta yeterli konsantrasyona erişememesine bağlı riskler görülebilmektedir.
Bu konu başlı başına ayrı bir konu. Mutlaka bilimsel olarak değerlendirilmeli. Bitkisel ürünler de vücutta bazı biyolojik sistemlere ilaçlar gibi etki eder. Dolayısıyla aldığı sentetik ilaca destek olsun diye bilinçsiz şekilde kullanılan bitkisel ürünler hayati risk oluşturabilmektedir. Örneğin şeker ilaçları ile birlikte bitkisel bazı ürünler birlikte alındığında hasta şeker komasına girebiliyor. Aynı şekilde tansiyon ilaçları ile tansiyon düşürücü etkisi olan bitkiler risk oluşturabilir. Bitkilerde, besinler dahil, kan sulandırıcı etki çok yaygındır. Bu bakımdan antiplatelet, antitrombotik tedavilerde kanama riski yükselir. Burada önemli bir hususa dikkati çekmek isterim. Bitkilerde insan sağlığını düzenlenmesine yardımcı olmak üzere kan şekerini, kan basıncını, kan trombin seviyesini vb. bileşenler yaygın olarak bulunmaktadır. Ancak bunlar sağlıklı bireylerde kullanıldığında hiçbir zaman normal kan değerlerinin ötesinde bir sağlık riskine riske yol açmaz. Hipoglisemi şoku, düşük tansiyon, kanama riski artışı gibi risklere neden olmaz. Allopatik ilaçlar ile birlikte kullanıldığında ise ilaçların etkisini artırarak riske yol açabilir.
Bilimsel araştırmalar bitkisel ya da hayvansal kay- naklı doğal bileşenlerin, kimyasal ilaçlardan farklı olarak, vücudumuzdaki fizyolojik sistemler tarafından tanındığını ve işlenerek aktif metabolitlere dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Özellikle probiyotik bakterilerin zengin enzim çeşitliliği son derece etkin rol oynuyor. Örneğin meyan kökünün etkili maddesi olan glisirizin zayıf antiviral etkiye sahipken, probiyotik bakterilerde bulunan spesifik enzim tarafından triterpen halkasına bağlı iki gliküronik asit molekülünden uçta olanı koparıldığında meydana gelen bileşik (18 -glisiretinik asit-3-O- monoglüküronit) antiviral ve antialerjik etki kuvvetlenir. Bu bakımdan bitkisel ilaçların etkinliğinde bağırsak florası önemli bir rol oynar.
Benim tedavi felsefem “önce bitkisel ilaç, sonra farmakoterapi, en son bıçak.” Bu sıralama Eski Ege medeniyetlerinde Sağlık Tanrısı olarak adlandırılan “Asclepius’un 3000 yıl önce yaptığı önerinin güncel şeklidir. Ben bu sıralamayı uygulamaya çalışırım. Benim düşünceme göre tedavi bir mühendisliktir; “Sağlık Mühendisliği”. İyi yönlendirilmediğinde sistem çöker!
Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı
”
Alo Yeditepe