Böbrek yetmezliği genellikle belirti vermeden sinsi biçimde ilerliyor. Şeker, tansiyon, böbrek iltihabı gibi hastalıklar sonucunda gelişen kronik böbrek yetmezliği bazen bacaklarda ödem ve kronik yorgunlukla kendini gösteriyor. Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanları hastalarda bu belirtilerin dikkate alınması gerektiğini belirterek, geç kalmadan doktora gitmeleri noktasında uyardı. Kronik böbrek yetmezliği hakkında merak edilen soruları yanıtladı.
Doğrudan böbreği etkileyen nefritler, böbrek ve idrar yolu taşları, doğumsal ve genetik hastalıklar, böbreğin yapısal bozukluklarının yanı sıra şeker hastalığı, yüksek tansiyon, ateroskleroz, romatolojik hastalıklar, enfeksiyonlar ile doğumsal ve genetik sendromlar pek çok organ ve sistemin yanı sıra böbreği de tutarak kendilerine özgü klinik durumlar meydana getirirler. Bu tabloların örneğin, şeker, tansiyon, nefrit, taş, enfeksiyon veya romatolojik hastalıklara bağlı olanlar erken evrede tanınır ve uygun şekilde tedavi edilebilirse tamamıyla veya önemli ölçüde tedavi edilebilir. Ancak çoğu zaman tanı ya geç konur ya da hastalığın doğası gereği ilerlemeye eğilim gösterir. İşte bu ilerleme sonucunda böbreğin iş gören yani kanı temizleyip idrarla vücuttaki metabolizma faaliyeti sonucu oluşan üre, kreatinin gibi atıkları, toksinleri atan birimleri önce yavaş daha sonra hızlı biçimde yok olup bağ dokusunda dönüşür. Böbreklerin yapısı bozulur, küçülmeye başlar. Çoklu kistik böbrek hastalığında böbrek küçülmez ancak anormal yapıda büyük kistlerle dolu bir şekil alır.
Eğer altta yatan hastalık biliniyor takip ediliyorsa tanınması daha kolay olur. Sinsi seyirli olanlarda ise böbrekteki hasarın özelliği ve miktarına bağlı olarak tansiyon yükselmesi, kronik yorgunluk, halsizlik, gece idrara çıkma, ağız kokusu, su içme ihtiyacının artması, bacaklarda başlayan ödem gibi belirtiler olabilir. Maalesef, özellikle gençlerde, belirtiler ancak ileri evreye geldikten sonra ortaya çıkmaktadır.
Her şeyden önce hastalık akla gelmelidir. Kontrolsüz hipertansiyon durumlarında, 30 yaş altı hipertansiyonu olan kişilerde, diyabetli olanlarda, sık idrar yolu enfeksiyonu geçirenlerde, sık taş düşürenlerde, koroner kalp hastalığı olanlarda, ödemi olanlarda, ailesinde böbrek hastalığı olanlarda, açıklanamayan kansızlığı bulunanlarda, bir çok organ ve sistemi hasta olan kişilerde böbrek hastalığından kuşku duyulmalıdır. Böbrek hastalıkları yeni başladıkları akut dönemde-ki bu dönemde kabaca 3 aylık bir süreye denk gelir- tanınırsa iyileşme veya kontrol tutarak yetmezliğe ilerlemesini önlemek ihtimali vardır. Başlangıcı üzerinden 3 ay geçmiş ve iyileşmemiş tüm böbrek hastalıkları “kronik böbrek hastalığı” olarak kabul edilir. Kronik böbrek hastalığının laboratuvar tanısı kreatinin ve üre değerlerinin yükselmesi ile konur. Bu yükselmenin sebebi böbreğin temizleme gücünün azalmasıdır. Ayrıca yetmezliğin derecesine bağlı olarak başta kansızlık olmak üzere bir çok metabolik bozukluk tabloya eşlik eder.
Akademik olarak değişik sınıflamalar yapılmaktadır. Pratikte hafif, orta, ileri ve son dönem diye evrelere ayırabiliriz. Bu evreleme böbreğin süzme miktarına göre yapılmaktadır. Bu miktar klinikte kreatinin –ki kaslarımızda oluşan artık bir maddedir- düzeyine göre hesaplanarak bulunur. Yetişkin bir insanda böbreğin süzme gücünün yarısı, böbreğin kalıcı doku kaybı sonucunda kalıcı olarak kaybolursa kronik böbrek hastalığından bahsedilir. Bu evreye gelmiş böbrek hastalığı ilerleyerek diyaliz tedavisi veya organ naklinin gerekli olduğu son evreye ilerlemesi beklenir. Ancak gerçekte her hasta son evreye ilerlemez. Hafif böbrek hastalığı olan, tansiyonu kontrol altına alınmış, riski düşük hastalar yıllarca bu evrede kalabilir. Orta ve ileri evredeki hastalar ise bu kadar şanslı değillerdir, ilerleme yavaşlatılsa bile son evreye gelmeleri, kaçınılmaz olmaktadır.
Akut dönemde tedavi edilen ve tamamıyla iyileşen glomerülonefrit tipi böbrek hastalıkları bazen nüksedebilir. Eğer hekim takibinde çıkmamışlarsa bu durumlarda başarılı şekilde tedavi edilir. Diyabetli bir hastanın kan şekeri düzenli, kan basıncı kontrollü, poliklinik takipleri uygunsa veya ailevi akdeniz ateşi (FMF) olan bir kişi tedavisini düzenli alıyorsa hiç böbrek hastalığı gelişmeyebilir. Bu nedenle sistemik dediğimiz böbreği de tutabilen hastalıkların etkili tedavileri ve hastaların düzenli takipte kalmaları gereklidir.
Bazı böbrek hastalıkları doğaları gereği ilerlemeye yani kronikleşmeye eğilimlidir. Bu tip hastalıklarda tablonun değişmez elemanları olan tansiyon yüksekliği ve idrarla protein kaybının belirli ilaçlarla kontrol altına alınması, tuz ve proteinli gıdaların kısıtlanması ilerleme hızını düşürmektedir.
Diyabet, hipertansiyon gibi böbreğin tutan sistemik hastalıklarda esas hastalığın tedavisi ihmal edilmemelidir. Ne kadar iyi kontrol altında olursa, böbreğin hastalanma ihtimali o kadar azalır.
Keza altta yatan neden ne olursa olsun, kan basıncını kontrol altına almak, nereden gelen tuz olursa olsun tuzu azaltmak, hayvansal proteinleri öğünlerde azaltmak, kilo vermek, sigarayı bırakmak, kontrolsüz ağrı kesici, iltihap azaltıcı ilaç kullanmamak, acil koşullar hariç nefroloji veya iç hastalıkları uzmanına danışmadan kontrast madde (boya) verilen tomografi, anjiografi grafi çektirmemek gerekir. Belirli aralıkla düzenli takibe gelmek gerekir. Ayrıca kan şekerinin kontrolü, alkali tedavisi, ürik asitin azaltılması gibi diğer ilaç tedavileri de verilebilir.
Kronik böbrek yetmezliğinde pek çok faktör etkili olduğundan bütün bu faktörlerin beraber kontrol edilmesi gerekir. Örneğin tuzu azaltmadan ilaçlara rağmen kan basıncını kontrol edemezsiniz. Uygun tansiyon ilacı kullanmadan idrarda protein kaybı azalmaz. Kilo veremezseniz tansiyon, şeker kontrolü zor olur. Alkali tedavisi verseniz de hayvansal proteini azaltmadan böbreğin bozulmasını yavaşlatmazsınız. Yani” şu tedaviyi alsın her şey düzelir” diye bir yaklaşım söz konusu değildir.
Hastaların bir nevi umutlarını sömüren, internette bol bol tavsiye edilen gilaburu, cranberry, biberiye, kantorun, kudret narı (acı kavun) ile Çin kaynaklı bitkisel tedavilerin hiçbir yararı olmadığı gibi özellikle Çin kaynaklı bitkisel tedaviler hastalığın ilerlemesini arttırabilir. Gilaburu, cranberry ‘nin içerdikleri bir maddeden dolayı sık sistit gibi idrar yolu enfeksiyonlarının sıklığını azaltıcı etkileri olabilir. Ancak bilimsel çalışmalarla kanıtlanmamıştır.
İleri böbrek yetmezliği geliştiğinde artık vücutta bir çok sistem bozulmaya, sıvı birikmeye, asit miktarı artmaya, kalp için toksik olan potasyum tuzu yükselmeye, kansızlık derinleşmeye yani tıbbi adıyla “üremi sendromu” gelişmeye başlar. Bu durumda böbreğin yerine geçecek tedavilere ihtiyaç duyulur. Bazen acil koşullarda kateter takılarak diyaliz tedavisi yapılır. Aksi takdirde tedavi başlanmazsa hasta kaybedilebilir. İki tür diyalizden söz edebiliriz. Birincisi, periton katateri ile yapılır. Yani hastanın karın boşluğuna bir tüp yerleştirilir. Diyaliz sıvıları bu tüp aracılığıyla hastanın karnına verilir. Çok küçük olduğu için kataterin varlığı hastayı rahatsız etmez. İkincisi, hemodiyalizdir. yani makine yardımıyla yapılan diyaliz. Bu yöntemle hastanın kirli kanı diyaliz makinesine alınarak temizlenir, ardından kan tekrar hastaya verilir.
”
Alo Yeditepe